Edward Teller

Edward Teller



Şimdi bir başka dahiyi size tanıtmak istiyorum. Bu adamın ilginçliği, teknik bilgisini siyasal amaçlar için savunmasıdır.

Fermi’den yedi yaş küçük, Macaristan doğumlu Teller, “lazer ışınları gibi delici yeşil gözlere, heyecanlanınca hareket eden kalın, fırçamsı kaşlara sahipti,sağlam kanıları ve onlara karşı çıkıldığı zaman çabuk atan tapası vardı. Fermi onun için “Bu genç adam düş gücüne sahip “ derdi. “Yaratıcılığının bütün üstünlüğünü elde etmek için, uzun bir yol aşacak.”.

Fermi, haklıydı. Teller, kendini Atom bombası projesine öylesine adadı ki bu onun ev yaşamına, küçük oğlu Paul’e ayrıdığı zamana bile bulaştı. Paul’e abece öğretirken şunu yazabiliyordu:

A atomu temsil eder;küçüktür

Hiçbiri hiç görülmedi şimdiye kadar.

B bombayı temsil eder;bombalar çok büyüktür.

Onunçün,kardeş, çok hızlı olmaz tetiği çekmek.

Savaştan sonra Teller kendisini hidrojen bombası geliştirmeye adadığı zaman birçok meslektaşı “aslında tetiği çok hızlı çekmek” te olduğunu hissettiler. Soğuk Savaş döneminin başından sonuna kadar Edward Teller “Hidrojen bombasının babası” ve daha büyük ve daha iyi nükleer silahlar yapma yanlısı olarak tanındı.

Edward Teller “Olayı”

İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren, ABD’de, bir süper bomba oluşturulması konusunda tartışmalar başladı. Hiroşima’ya atılan bombanın bin katı güçte bir bomba yapılamaz mıydı? Manhattan Projesi’nde görev alan Macar kökenli fizikçi Teller, Los Alamos’a vardığında işbirliğini derhal reddetmişti. Gerekçesi, atom bombasının yol açabileceklerinden sakınması değil, tersine tahrip gücü çok daha yüksek bir silah olan füzyon ya da hidrojen bombası olarak da bilinen termonükleer bomba üzerinde çalışmak istemesiydi.

Atom bombasının verim gücü ya da tahrip enerjisinde bir üst sınır bulunmasına karşın, hidrojen bombası için böyle bir sınır yoktur. Ancak hidrojen bombası için bir tetikçi olarak atom bombası gerekmektedir. Oppenheimer, buna karşı çıkarken E. Teller bunu destekledi. Edward Teller, genç yaşında, Macaristan’da kendisininki gibi orta sınıf ailelerin mal varlığına el koyan Bela Kuhn komünist devrimini yaşamış ve otomobil kazasında bir bacağını kısmen yitirerek kalıcı bir acıya mahkum olmuştu. İlk çalışmalarının bilime yaptığı katkılar kuantum mekaniksel seçilim kuralları ve katı hal fiziğinden gökbilime değin uzanan çeşitli alanlardaydı. Fizikçi Leo Szilard’ı Haziran 1939’da Long Island’da tatil yapmakta olan Albert Einstein’I ziyarete götüren de kendisiydi

ABD başkanı Teller’a yeşil ışık yaktı.

Hidrojen bombasının böyle çok adlı oluşu, belki de onun özelliklerindeki dehşetlerin altını çizmek içindir. 1941 yılı başlarında Fermi, Edward Teller ile bir öğle yemeğinde iken Teller’in ilginç bir fikriyle şaşkınlığa uğramıştı. Atom bombasının ateşleyici olarak kullanılabileceği daha güçlü bir aygıt neden yapılmasındı? Hidrojeni helyuma dönüştürmek için olağanüstü yüksek bir sıcaklık kullanılarak termonükleel füzyon yapılabilirdi. Teller, bunun üzerinde birkaç gün düşündü ve sonra “Enrico’ya bir hidrojen bombasının neden hiçbir zaman yapılamayacağını açıkladım ” dedi.

Teller,daha sonra bu fikrinden döndü. Los Alamos’ta hidrojen bombası yapmanın amaçları arasında olduğunu düşündü. Fermi, Oppenheimer ve öteki bilim adamlarının çoğunluğu Teller’in önerisini, atom bombası yapımı projesinden ahmakça bir sapma olarak görüyordu. Ama yine de Oppenheimer,savaş sonrasında “şiddetli termonükleer tepkimelerin gayret, görev aşkı ve harekete geçmeyi kışkırtarak izleneceğine (öyle olması gerektiğine)” inanıyordu. Fermi de önce aynı fikirdeydi.

1946’da Los Alamos’ta otuz kadar fizikçinin katıldığı bir toplantıda Teller ve birkaç arkadaşı, hidrojen bombasının yapılabilirliğini savundu.

“Bebeğim”

Teller, hidrojen bombasından “bebeğim” diye söz ederdi. Bu amaçla Atom Bilginleri Acil Komitesine ve onun başkanı Einstein’a bile başvurdu. Einstein, başvuruyu dehşet içinde geri çevirdi. Öne sürdüğü gerekçe “şimdi durum 1939’dakinden çok mu değişik? Stalin’e Hitler’den fazla güvenmemize neden var mı?” biçimindeydi. Oppenheimer ve Bethe’den de pek yüz bulamadı. Atom bombası atılmasındaki tarihi karara imza atmış olan Fermi ve Conant da hidrojen bombasına karşı çıktılar. Fakat ilginç bir ayrıntı: Hidrojen bombasının yapımına 1950’lerde başlanınca hem Fermi, hem Oppenheimer hem de Bethe bu çalışmalara katıldı. Hele Bethe’nin hidrojen bombası yapımına katkısı oldukça büyük oldu. Einstein, Compton, Szilard, Wiener ise hidrojen bombası yapımına karşı çıktılar.

Teller, 1946’da Fermi’yi izleyerek Chicago Üniversitesi’ne gittiği zaman hidrojen bombası sorunları üzerinde çalışmayı sürdürdü ve zaman zaman Fermi bu konuda ona yardımcı oldu.

Yıl 1949. Teller, Los Alamos’a geri döndü. Macaristan, Kızılordu (Rusya) tarafından ele geçirilmişti. Yahudi olan anne ve babası nasılsa Nazi kıyımından kurtulabilmişti;ama yeni komünist rejim onların ülke dışına çıkmasına izin vermiyordu. Komünist Bela Kuhn yönetimi kendisi gibi orta sınıf ailelerin mal varlığına el koymuştu. Üstüne üstlük bir otomobil kazasında bir bacağını kısmen yitirdi ve kalıcı bir sakatlığa mahkum oldu.

Edward Teller, Stalin’in tehditleriyle yakından ilgileniyordu. Bu ilgi, Eylül 1949’da Ruslar ilk atom bombalarını patlattıkları zaman daha da büyüdü. ABD’de oluşan telaşlı havadan yararlanan Teller, kendisi gibi düşünen fizikçiler Ernest O. Lawrence ve Luis Alvarez’le birlikte büyük bir kampanyaya girişti. Başlıca korkusu, Rusya’nın Amerika’dan önce hidrojen bombasını yapması olasılığıydı.

”Stalin yönetiminde yeniden yapılanan, güçlenen ve asker toplumu haline gelen Sovyetler Birliği konusundaki endişeler ve Amerika’da McCarthycilik adı verilen paranoya,Teller’in ekmeğine yağ sürüyordu. Savaş sonrası Atom Enerjisi Kurumu Genel Danışmanlık Kurulu Başkanlığı’na getirelen Oppenheimer,Teller için bir engel oluşturuyordu. Teller, Oppenheimer’in ABD’ye bağlılığını sorgulayan bir hükümet oturumunda,onun aleyhinde tanıklık yapmıştı. Teller’in,sonrasında olanlarda önemli payının olduğu düşünülüyor: Denetleme Kurulu, Oppenheimer’in bağlılığı konusunda kuşku beyanında bulunmamış olsa da,sınırlı bölgeye giriş izni iptal edilmiş,AEK’dan istifa ettirilmiş ve böylelikle “süper bomba” çalışmaları konusunda Teller’in yolu iyice açılmıştı.

Termonükleer silah yapım tekniği,genel olarak Teller ve matematikçi Stanislas Ulam’ın ürünü olarak biliniyor. Manhattan Projesi’nde Kuramsal Birim’in başkanlığını yapmış ve hem hidrojen hem de atom bombasının geliştirilmesinde önemli rol oynamış Nobel Ödüllü Fizikçi Hans Bethe,Teller’in asıl önerisinin hatalı olduğu ve termonükleer silahı gerçekleştirmek için birçok insanın katkısının gerektiği kanısındaydı. Genç bir fizikçi olan Richard Garwin’in teknik alandaki temel katkılarıyla ilk ABD termonükleer “aracı” 1952’de patlatılmıştı. Bir füze ya da bombardıman uçağınca taşınamayacak kadar hantal olduğundan,patlama montajının yapıldığı yerde gerçekleştirilmişti. Gerçek ilk hidrojen bombası,bundan bir yıl sonra patlatılan Sovyet buluşu bir silahtı. ABD ilk girişimi yapmamış olsaydı Sovyetler Birliği’nin termonükleer bir silah geliştirip geliştiremeyeceği;Sovyetler’I hidrojen bombalarını kullanmaktan caydırması için bir ABD termonükleer silahının gerekip gerekmediği- çünkü o sırada ABD büyük miktarda fisyon silahına sahipti- çok tartışılmıştı. Mevcut kanıt gösteriyor ki, ilk fisyon bombasını patlatmadan önce bile SSCB,termonükleer silah konusunda işlerlikli bir tasarıma sahipti. Bu tasarımın yaşama geçirilmesi “sonraki mantıklı adım”I oluşturuyordu. Ancak, Sovyetler’in fisyon silahı geliştirmesine yardımcı olan,Amerikalıların bu silahlar üzerinde çalışmakta oldukları yolundaki casus bilgisiydi.

Kanımca, küresel nükleer savaşın olası sonuçları hidrojen bombasının bulunmasıyla daha da tehlikeli hale geldi; çünkü termonükleer bombaların yarattığı bulut, kentleri yakma, büyük miktarda duman yaratma, Dünya’yı soğutup karartma ve küresel ölçekli nükleer kısa yol açmada çok daha etkindir. Bu, katıldıklarım arasında üzerinde (1983’ten 1990’a kadar) en çok görüş ayrılığı olan bilimsel çekişme oldu. Tartışmalar çoğunlukla siyasi güdümlüydü. Nükleer kışın stratejik anlamı, bir nükleer saldırıyı önlemek için kapsamlı karşı saldırı politikasını savunanları ya da kapsamlı ilk saldırıyı yapma seçeneğini elde tutma arzusundakileri bile susturucu nitelikteydi. Her durumda, düşman taraftan öç alınmasa dahi,fazla sayıda termonükleer silah fırlatan ulusun kendi kendine zarar vermesine yol açacak çevresel sonuçlar söz konusuydu. Onlarca yıl geçerli olmuş stratejik politikanın önemli kısmı ve on binlerce nükleer silah yapmanın gerekçesi, birdenbire güvenilirliğini büyük ölçüde yitirmişti.

1983 tarihli orijinal nükleer kış bilimsel raporunda öngörülen küresel sıcaklık düşüşleri 15-20°C idi; mevcut tahminler ise 10-15°C. Hesaplamaların içerdiği indirgenemez belirsizlikler göz önüne alındığında,değerler oldukça tutarlı. Her iki sıcaklık düşüşü de mevcut küresel sıcaklıklar ile Buz Çağı’nınkiler arasındaki farktan çok daha büyük. Küresel termonükleer savaşın uzun vadeli sonuçları,200 bilim adamı tarafından oluşan uluslararası bir grup tarafından hesaplandı: Nükleer kışın küresel uygarlık ve kuzey yarıküre orta enlemi hedef kuşağından uzakta bulunanlar da dahil olmak üzere,Dünya’daki insanların çoğunu başta açlık gibi tehlikelerle yüzleştirerek,çok büyük riske atacağı sonucuna varıldı. Hedef kentlere füzelerin gönderileceği büyük ölçekli bir nükleer savaş gerçekleşecek olursa, insanlığın geleceğine karanlık bir erde indirmiş olmanın sorumluluğu ABD’de Edward Teller ve çalışma arkadaşlarına(Sovyetler Birliği’nde de Andrei Sakharov’un öncülük ettiği ekibe)ait olacak. Hidrojen bombası,insanlık tarihinde geliştirilmiş en korkunç silahtır.

1983 yılında nükleer kış keşfedildiğinde,Teller hemen (1) fiziğin hatalı olduğu, (2) keşfin çok daha önce kendi denetimi altında Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı’nda yapılmış olduğu gerekçeleriyle ortaya atıldı. Önceden böyle bir keşfin yapıldığına ilişkin hiçbir kanıt yok ve her ülkede ulusal liderlerini nükleer silahların etkileri konusunda bilgilendirmekle görevli kişilerin nükleer kışı görmezden geldiği artık çok iyi biliniyor. Ama eğer Teller haklıysa, söz konusu keşfini ilgili kişilere, ulusunun liderlerine, yurttaşlarına ve tüm dünyaya bildirmemiş olmakla büyük vicdansızlık yapmış oluyor. Stanley Kubrick’in yönettiği Dr. Strangelove isimli filmde olduğu gibi son silahı sır tutmak,böylelikle varlığından ve etkilerinden kimsenin haberdar olmamasını sağlamak,kepazeliğin son perdesidir.

Normal bir insanın böyle bir buluşun yapımına katkıda bulunmaktan, hatta nükleer kışı hesaba katmamış olmaktan rahatsızlık duymaması imkansız geliyor bana. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak buluşta adı geçenlerin yaşadığı gerginlik çok büyük olmalı. Gerçek katkıları ne olursa olsun, Edward Teller, hidrojen bombasının “babası” olarak biliniyor. Buluştan sonraki meslek yaşamı,kanımca, yaptığını haklı gösterme çabaları olarak düşünülebilir. Teller,makul görünen bir yaklaşımla,hidrojen bombalarının barışı koruduğunu,en azından termonükleer savaşı önlediğini;çünkü nükleer güçler arasındaki olası savaşın sonuçlarının artık çok daha korkutucu olduğunu öne sürdü. Henüz bir nükleer savaş yaşamadık değil mi? Ne var ki,bu tür iddialar nükleer silahlı ülkelerin,istisnasız,şimdi ve her zaman makul taraflar olacaklarını; liderlerinin (ya da nükleer silahlardan sorumlu askeri ya da gizli polis güçlerinin) hiçbir zaman öfke,öç ve çılgınlık nöbetlerine kapılmayacağını varsayıyor. Hitler ve Stalin’I yaratmış bir yüzyılda, bu sav son derece gerçek dışı görünüyor.

Teller, nükleer silah denemelerini yasaklayan kapsamlı antlaşmanın imzalanmasını önlemede önemli rol oynadı. 1963’te imzalanan Denemeleri (Yeryüzünde) Sınırlama Antlaşması’nın gerçekleştirilmesini zorlaştırdı. Nükleer cephaneliği koruma ve “geliştirme”de Dünya üzerinde yapılan denemelerin esas olduğu, antlaşmayı onaylamanın “ülkemizin gelecekteki güvenliğini tehlikeye atacağı” savlarının aldatıcı olduğu sonradan anlaşıldı. Teller, fisyon güç tesislerinin güvenlik ve fiyat-yarar oranının yüksekliğinin de ateşli savunucusu oldu, 1979’da Pennsylvania’daki Three Mile Island kazasında zarar gören tek kişinin,tartışmalar sırasında geçirdiği kalp krizi nedeniyle kendisi olduğunu iddia etmişti.

Teller, Alaska’dan Güney Afrika’ya değin nükleer silah patlatmayı, liman ve kanallarda deniz dibini taraklamayı, engel çıkaran dağları traşlamayı ve büyük miktarda toprak aktarmayı savunmuştu. Böyle bir şemayı Yunanistan Kraliçesi Frederika’ya sunduğunda “Teşekkürler Dr. Teller, ama Yunanistan’da yeterince antik harabe var” yanıtını aldığı söylenir.

“ Einstein’in genel göreliliğini mi denemek istiyorsunuz? O halde Güneş’in uzak köşesinde bir nükleer silah patlatın” diyordu Teller. “Ay’ın kimyasal yapısını mı anlamak istiyorsunuz? O halde Ay’a bir hidrojen bombası uçurup patlatın, parlamanın ve ateş topunun tayfını inceleyin.”

1980’lerde de Başkan Ronald Reagan’a-Stratejik Savunma Girişimi(SDI) adını verdikleri-Yıldız Savaşları görüşünü satmıştı. Reagan,Teller’in Sovyetlerin fırlattığı 10 000 savaş başlığını havada durduracak, masa büyüklüğünde hidrojen bombası güdümlü x-ışın lazerini yörüngeye yerleştirmek ve küresel termonükleer savaş durumunda ABD yurttaşlarına gerçek anlamda koruma sağlamak yolundaki düş ürünü öyküsünün olabilirliğine inanmıştı belli ki...

Okuduğunuz kitabı yazdığım sıralarda, 80’li yılların sonlarına geldiği halde dinçliğini ve düşünsel yetisini hiç yitirmeyen Edward Teller, eski Sovyetlerdeki nükleer silah kurumlarından meslektaşlarıyla birlikte, rotası dünyaya yönelik olabilecek göktaşlarını yok etmek ya da yolundan saptırmak amacıyla uzayda yüksek güçte termonükleer silahlar geliştirmek üzere bir kampanya başlattı. Yakındaki göktaşlarının yörüngeleri üzerinde,yeterince olgunlaşmamış deneylere girişmenin türümüz için son derece büyük tehlikeler yaratabileceği kanısındayım.

Dr. Teller ile özel olarak görüştüm. Kendisi ile bilimsel oturumlarda, ulusal basında ve meclisin basına kapalı oturumlarında da tartışmıştım. Özellikle Yıldız Savaşları, nükleer kış ve göktaşlarına karşı savunma konularında büyük görüş ayrılıklarımız var. Belki de tüm bunlar, kendisine ilişkin olumsuz bir görüş edinmeme yol açtı. Coşkulu bir komünizm karşıtı ve teknoloji hastası olmasına karşın,geçmiş yaşamına baktığımda, hidrojen bombasını haklı gösterme yolundaki umutsuz girişiminde daha başka gedikler de görür gibiyim:

“Etkileri sandığınız kadar da kötü değil. Dünyayı diğer hidrojen bombalarına karşı savunabilir;bilim ve inşaat mühendisliği yararına olabilir; ABD halkını düşman bir ülkenin termonükleer silahlarına karşı korumak, savaşı insancıl kılmak, gezegeni uzayın tehlikelerinden kurtarmak için kullanılabilir.”

Bunlar onun sözleri. Teller, her nedense, içten içe termonükleer silahların ve kendisinin insanlığın yok edicisi değil kurtarıcısı olarak anılacağına inanmak istiyor.

Bilimsel araştırma,yanılması olası uluslara ve politik liderlere büyük,daha doğrusu hayranlık uyandırıcı güçler sağladığında,bir çok tehlike de devreye girmiş oluyor: Bunlardan biri, araştırmaya katılan bilim adamlarının nesnelliklerini büyük ölçüde yitirebilecek olmaları. Güç, her zaman kişiyi değer yitimine zorlar. Bu durumda, gizlilik kurumu özellikle tehlikeli,demokrasi de özellikle değerli hale gelir(Gizlilik kültüründe yetişmiş olan Teller, buna da sık sık saldırmıştı). Yine de gerçekler çok değişti. CIA genel başkanı bile,1995’te “kesin gizliliğin kesin çürümeye yol açacağı” yorumunda bulunmuştu. En açık ve şiddetli şekliyle tartışma,teknolojinin kötüye kullanılması tehlikesine karşı genellikle tek savunma yöntemidir. Karşıt savın kritik bir noktası bir çok bilim adamı ve hatta halktan bireylerini,açıklama yapmaya hiçbir ceza getirilmemesi durumunda,söz konusu şeyi yapmaya girişebileceklerine dikkat çekiyor. Ya da Washington’dan uzak bir yerdeki(konunun gizli tutulması durumunda konudan asla haberi olmayacak) meçhul bir lisansüstü öğrencinin işe karışabileceği bir durum söz konusu olabilir.”
Top