Omurgalı ve Omurgasız Hayvanlar

Omurgalı ve Omurgasız Hayvanlar

Omurgalılar

Omurgalılar, yerleştikleri bütün yaşama ortamlarında egemenlik kurmuştur. Ana özellikleri, sırtları boyunca uzanan omurgadır. Bunu dışındaki birçok özellikleriyle de diğer hayvanlardan ayrılırlar. Örneğin iki yanlı bakışım gösteren vücutlarında kas sistemi de büyük ölçüde karşılıklı çiftler halinde gelişen kas gruplarından oluşur. Merkez sinir sisteminin omurilik adını alan ve omurganın içinden geçen bölümü gövde ve uzantıları ile beyin arasında bir sinir köprüsü kurar. Omurgalılarda kıkırdaktan, kemikten ya da her ikisinden oluşan ve hiçbir hayvan grubunda rastlanmayan bir iç iskelet sistemi vardır. Bu iskelet gelişim boyunca vücuda destek sağlayarak büyümenin sınırlarını genişletir. Bu nedenle omurgalıların çoğu, omurgasızlara göre daha iri yapılıdır. İskelet en ilkel türlerin dışında kafatası, omurga ile kol ve bacak uzantı çiftlerini kapsar. Omurga ile omurgaya bağlanan kol ve bacak kemikleri vücudu destekler. Hareket kemiklere tutunmuş kasların etkinliğine bağlıdır. Hareketin yanı sıra sindirim, görme, dolaşım ve vücut ısısını koruma gibi pek çok işleve katkıda bulunan kas dokusu aynı zamanda vücudun dış çizgilerini belirler. Vücudun dış örtüsü, deri ve türevleri olan tırnak, pul, kıl, post, tüy gibi hem çevreye uyum sağlamaya hem de iç bölümleri korumaya yöneliktir.

Omurgalıların üreme yöntemlerinde görülen farklılıklar sudan bağımsız bir gelişme sürecine uyarlanmalarıyla ilgilidir. Bütün omurgasızlarda eşeysel yoldan gerçekleşen üreme, bir yumurtanın döllenmesi ve bir embriyonun olgunlaşmasıyla ortaya çıkar. Döllenme ve gelişmenin 3 temel yolu vardır. İlki yumurtlayan hayvanlarda döllenmiş yada döllenmemiş yumurtalar dış ortama bırakılır. Yumurtaları dişinin içinde açılan hayvanlarda ise yavrular dişinin vücudunda beslenmeksizin canlı doğar. Sonuncu olarak doğuran hayvanlarda embriyon dişinin üreme sisteminin özelleşmiş bir bölgesinde yuvarlanarak belirli bir süre beslenip geliştikten sonra vücuttan ayrılır.

1-Kuşlar

Kuşlar, Aves sınıfını oluşturan sıcakkanlı omurgalıların ortak adıdır. Vücutlarını örten ve başka hiçbir hayvan grubunda rastlanmayan yapıdaki tüyleri en ayırt edici özelliklerini oluşturur. Ön bacakları uçmaya uyarlanarak kanat biçimini, tüylerle örtülü ve dişsiz olan alt ve üst çeneleri uzayarak gaga biçimini almıştır. Yumurtalarını kalkerli bir kabuk örter. Gözleri, çevreyi algılamada kullandıkları en gelişmiş duyu organlarıdır.

Uçma yetenekleri sayesinde kuşlar tüm yeryüzüne dağılmıştır. Yeryüzünün herhangi bir yerindeki kuş türlerinin sayısı genel olarak uygun yaşama ortamlarının çeşitliliğine ve bölgenin büyüklüğüne bağlıdır.

Dünyada günümüzde 8000’e yakın tür kuş bulunmaktadır. Kuşların beslenme biçimleri de, türleri kadar çeşitlidir. Beslenme bakımından kuşları ana gruplarda toplarsak: Yelyutanlar, kırlangıçlar, ve çobanaldatanlar gibi böcekle beslenenler; akbaba, balıkçıl, yalıçapkını, sumru gibi etobur olanlar ve tohum, meyve, balözü gibi besleyici değeri yüksek bitkisel maddelerle beslenenler. Az sayıda tür ise yaprak ve tomurcuk yer.

Bacaklarının ve gagalarının dış yapısına bakarak sınıflandırılırsa eğer koşar kuşlar, perdeayaklılar, uzunbacaklılar, tavuksular, güvercinsiler, yırtıcı kuşlar, tırmanıcı kuşlar, ötücü kuşlar gibi daha çeşitlilik elde ederiz. Uzun zaman boyunca bilim adamları kuşlar böyle sınıflandırıldılar. Günümüzdeki bilim adamlarıysa kuşları hem iç anatomilerini, hem dış özelliklerini hesaba katarak daha çok sayıda ama daha anlamlı bölümlere ayırmaktadır.

Kuşlarda, memelilerinkine benzeyen dolaşım sisteminde 4 boşluklu (2 kulakçık, 2 karıncık) bir yürek bulunur. Ne var ki erişkinde sağ büyük aort yayı vardır. (Oysa memelilerde bu yay soldadır.) Merkezi sinir sistemi karmaşıktır; beyin sürüngenlerinkinden daha iridir; beyin yarım yuvarları ve beyincik çok gelişmiştir; beyin yarım yuvarlarında çizgili cismin merkezi çok karmaşıktır.
Koku alma organı kuşlarda önemsiz bir rol oynadığı sanılır. İşitme duygusu iyi gelişmişse de algılanan sesler memelilerinkinden daha azdır. Ama sesleri çok gelişmiştir; her türün çeşitli sesleri ve çoğunlukla belli bir şarkısı vardır. Ses organı memelilerinkinin tersine gırtlak değil soluk borusunun bronşlara ayrıldığı yerde ya da, bazen, soluk borusunda bulunan göğüs gırtlağıdır.

Üreme açısından kuşları incelersek, yumurtayla ürerler. Genellikle bir yuvaya bırakılan yumurtaların sayısı türden türe değişir. (1-20 arasında, hatta daha çok) Embriyonun normal gelişmesi için yumurtanın belli bir sıcaklıkta bulunması gerekir. Bazı ender istisnalar dışında (iriayaklıgiller) bu sıcaklık kuluçkaya yatırılarak elde edilir. Kuluçkaya çoğu zaman dişi, bazen hem erkek hem dişi hem erkek, bazen de yalnızca erek kuş yatar. Kuluçkaya yatan kuşun karnında genellikle kuluçka levhaları gelişir, bu levhaların sıcaklığı derinin geri kalanından daha yüksektir. Kuluçkaya yatma süresi, yumurtanın boyuyla orantılı olarak 12 günle (bazı ötücü kuşlar ve ağaçkakanlar) 80 gün (kivi) arasında değişir.

Toplu yaşama alışkanlığı türden türe büyük bir çeşitlilik gösterir. Bazıları hep bir arada yaşar ve koloniler halinde yuva yapar; bazıları üreme mevsiminde birbirlerinden ayrılır; normal zamanlarda yalnız yaşayan bazılarıysa yuva kurmak için bir araya gelirler. Başlıca etkinlikleri katı içgüdülere dayanırsa da, kuşlarda tanıma, seçme, uyum gibi yetenekler ve çok güçlü bir bellek vardır.
Yerleşim olarak kuşlar, kutuplara ve dağlardaki sürekli karlar sınırına kadar yerkürenin bütün bölgelerinde yaşarlar. Deniz kuşları bütün okyanuslarda bulunursa da hiçbiri üreme sırasında karalardan vazgeçemez. Hem tür, hem sayı bakımından kuşların en çok oldukları yerler yağışlı tropikal ülkelerdir. Soğuk ve ılıman bölgelerdeki kuşların çoğu kışı burada geçiremez ve bu nedenle az çok düzenli göçler yaparlar.

2-Sürüngenler

Reptilialar; beden sıcaklığı değişken, amniyonlu, dörtayaklı omurgalılar sınıfı olarak adlandırılır. Sürüngenler amfibyumlar ile kuşlar ve memeliler arasında bir evrim basamağını oluşturur. Eldeki kanıtlar kuşlar ve memelilerin sürüngen atalarından doğduğunu göstermektedir.

Adları yürüyüş biçimlerinden gelir; karınları yerden biraz yukarda dursa bile bacaklarının yatay ve kısa olmasından dolayı sürünerek hareket ederler. Yılanlar dışında hepsi 4 bacaklıdır.Sürüngenlerin çoğunda bulunan çok küçük kancalarla donanmış tırnaklar yada pullar tırmanma sırasında önemli bir işlev görür. Ayrıca kuyruklar dallara sarılarak sıkıca tutunmayı sağlar.

Sürüngenlerin iyice keratinleşmiş bir derisi vardır, üzeri dışderi kökenli pullarla kaplıdır ve içinde hemen hemen hiç salgı bezi yoktur; hatta altderi kimisinde kemikleşmiştir. (kaplumbağaların bağası) Kafatası bir tek art kafa lokmasıyla omurgaya eklemlenir. 2 kulakçık ve kısmen iki boşluğa ayrılmış bir karıncıktan oluşan (timsahlarda birbirinden ayrıdır) kalpten 2 aort yayı çıkar. Akciğer karmaşık yapıdadır, ama arka tarafında, peteksiz bölümler bulunur (hava keseleri). Sindirim borusunun başlıca özellikleri şunlardır: genellikle kalın bir dil, beslenme rejimine uyarlanmış dişler (yalnızca timsahlarda diş yuvası vardır ve kaplumbağaların ağzı boynuzsu bir gaga biçimindedir) ve arkada sidik ve üreme yollarının açıldığı dışkılık.

Duyu organları sürüngenlerde birtakım özellikler gösterir; örneğin Jacobsob organı(ya da ek koklama organı) yılanlara, çatal dilleriyle yakın çevrelerini hemen yoklama olanağı sağlar. Gündüzcü sürüngenlerin retinasında koni biçimindeki hücreler pek çoktur (renkleri görme). Yılanlardan başka bütün sürüngenlerde tek kemikçikli ve kolumelalı bir ortakulak bulunur ve içkulak bir koklea halinde karın-kuyruk doğrultusunda uzanır.

Tuatara adındaki tür dışında tüm sürüngenlerin erkeklerinde çiftleşme organı vardır. Türlerin çoğu yumurtlayarak ürerken bazılarında yumurtalar dişini içinde açılır ve canlı yavrular doğar. Birkaç türde ise dişinin içindeki yavrular memelilerin etenesine benzer bir organ aracılığıyla beslenmektedir.
Toplam tür sayısı 6 bin dolayında olan günümüz sürüngenleri sıcak ve ılıman bölgelerde geniş bir coğrafi dağılım göstermekle birlikte en çok tropik kuşakta bulunur. Bir kertenkele türü ile bayağı engereğin kuzeye doğru yayılma sınırı, aynı zamanda tüm sürüngenlerin de kuzeyde ulaşabildiği en uç noktalardır. Bu 2 türün coğrafi dağılımı Avrasya’da Kuzey Kutup Bölgesi’ne değin girer.

3-Amfibyumlar

Amfibyum kelimesi latincedeki amphi, her ikisi ve bios, yaşamın birleşiminden oluşmuştur ve 2 ayrı ortamda yaşayan anlamına gelir. Amfibyumlar amniosuz, alantoitsiz, embriyonlu, hiç değilse yaşamlarının başlangıcında solungaç solunumlu, bugünkü türlerinde fanersiz derili, 4 bacaklı omurgalılardır. Ayrıca evrimsel gelişmede balıklar ile sürüngenler arasındaki basamağı oluştururlar.
Amfibyumların çoğu, önce su ortamında bir lavra (tetari yada iribaş) evresi yaşar, daha sonra başkalaşma geçirerek karada yaşayan erişkin biçimine dönüşür. Yaşayan amfibyumlar, aralarında önemli yapısal farklar olan 3 gruba ayrılır: Gymnophiona takımından ayaksız kertenkeleler; Urodela takımından sirenler ve çöreller: Anura takımından kurbağalar.

Ayaksız kertenkeleler solucana benzer; bacakları ve kuyrukları yoktur; basit bir bağırsakları, ince ve pürüzsüz derilerinin içine gömülmüş olan küçük gözleri vardır. Sert ve yuvarlakça kafası, toprağı kazmasına yardımcı olur. Bölütlü gövdesi, yarıklarla birbirinden ayrılmış dairesel boğumlardan oluşur. Her 2 gözün yanındaki küçük çukurların içine gömülmüş 2 dokungaçları ve çenelerinin iç yanındaki çepeçevre kemiklerin üstüne dizilmiş birkaç sıra dişleri vardır.

İkinci gruptan olan sirenler ile çöreller, özellikle ABD’nin güneyinde ve Meksika’da çok bol bulunur. Sirenler arka bacağı olmayan, ama ön bölümlerinde bir göğüs kemeri ile iki ön bacağı olan uzun gövdeli su hayvanlarıdır. Solungaçlarıyla solunum yapar ya da su yüzeyindeki hava kabarcıklarını yutarlar. Gözleri pürüzsüz derilerine gömülüdür, dişleri ise üst damakta sıralanır. Kuyruk yüzgeçleri suda ilerlemelerine yardımcı olur. Çörellerin hem ön, hem arka bacakları, kuyrukları, pürüzsüz derileri ve belirgin bir boyunları vardır. Dişler her 2 çenede ve üst damakta yer alır. Bazı çörel türleri, solungaçlı birer lavra olarak bütün yaşamlarını suda geçirirler.

Kara ve su kurbağaları, amfibyumların en büyük grubunu oluşturur. Bu hayvanların en belirgin özelliği, arka bacaklarındaki 3 bilek kemiğinin uzayarak, hayvanın zıplamasına ve yüzmesine yardımcı olan birer bölüm oluşturmasıdır. Dişler genellikle altçenede bulunur. Salgı bezleriyle kaplı olan derileri genellikle pürüzsüz ve yumuşaktır; karada yaşayan bazı türlerin derisi pürüzlü ve kuru olabilir.

Üreme açısından bakarsak: ayaksız kertenkelelerde ve çörellerde üreme genellikle iç döllenmeyle olur. Ayaksız kertenkelenin erkeği, sindirim borusunun alt ucundaki dışkılığın bir bölümünü dışarıya doğru uzatarak spermlerini dişinin içine boşaltır. Çörellerde ise, erkeğin jelatinden bir kese içine döktüğü spermleri, dişi kesesiyle birlikte dışkılığın içine çeker. Buna karşılık, kara ve su kurbağalarının çoğunda dış döllenme vardır; erkek, yumurtalarını döken dişiyi sıkıca kavrayarak spermlerinin yumurtaların üzerine serper. Amfibyumların yumurtaları genelde kabuksuz olduğundan genellikle suya yada nemli bir ortama, örneğin çamurların arasına yada dişinin sırtına bırakılır.
Amfibyumlar yeryüzünün her yerine yayılmış olmakla birlikte en çok tropikal bölgelerde bulunur. Sulak yerlerde ve genelde yalnız yaşarlar.

4-Balıklar

Balık, tatlı ve tuzlu suda yaşayan, evrimleşme çizgileri farklı, soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Bu terim, bir sınıflandırmadan çok bir yaşam biçimini tanımlar. Bugün yaşayan balıklar genellikle 5 sınıf altında toplanır. Bu sınıflar, hava soluyan hayvanların 4 sınıfı olan amfibyumlar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler kadar birbirinden farklıdır.

Yaklaşık 450 milyon yıllık bir geçmişi olan balıklar, bu süre boyunca, hemen her çeşit su ortamına uyum sağlayacak biçimde gelişmiştir. Kara ortamına geçiş sürecinde büyük bir değişime uğrayarak 4 ayaklı kara omurgalılarına dönüştüklerinden, aslında kara omurgalılarının ilk ataları bu su canlılarıdır.

Balık dendiğinde genellikle, yüzgeçleri olan, solungaçlarıyla solunum yapan, gövdesi kaygan ve suda hareket etmeye elverişli olan su hayvanı akla gelir. Ne var ki, bu tanıma uymayan balıkların sayısı, uyanlarından çok daha fazladır. Bazılarının gövdesi uzunlamasına genişlemiş, bazılarınınki kısa kalmış, özellikle dipte yaşayanlarda yassılaşmış, birçoğunda da yanlardan basılmıştır. Ağızlarının, gözlerinin, burun deliklerinin ve solungaçlarının konumu da türden türe büyük bir değişiklik gösterir.

Balık vücudunun temel yapısı ve işlevi bütün öbür omurgalılarınkine benzer. Kara omurgalılarının vücudunu oluşturan 4 temel doku balıklarda da vardır: Dış yüzeyleri kaplayan epital doku, bağ ve destek doku (kemik, kıkırdak ve lifsi dokularla türevleri), sinir dokusu ve kas dokusu. Tipik balık vücudu, yüzmeye uyarlanmış aerodinamik profilli ve iğ biçimindedir: baş, gövde ve kuyruk bölümlerinden oluşur.

Yaşamsal önemdeki organları içeren gövde boşluğu genellikle vücudun ön alt yanındadır. Bu boşluğun arka ucunda, anüs yüzgecinin tabanının hemen önünde, dışkıların boşaltıldığı anüs deliği bulunur. Omurilik ve omurga, kafa iskeletinin arka bölümünden başlayıp sırt, gövde boşluğu ve kuyruk bölgesinden geçerek kuyruk yüzgecinin tabanında sonlanır.

Balıklarda çok değişik üreme biçimleri görülmekle birlikte, en yaygın olanı dişinin suya bıraktığı sayısız, küçük yumurtanın vücut dışında döllenmesine dayanır. Açık denizlerdeki yüzey balıklarının yumurtaları genellikle suya asılıymış gibi duru; kıyı ve tatlı su balıkları ise yumurtalarını deniz dibine yada bitkilerin arasına bırakır; hatta bazı türler bir salgıyla yumurtalarını kayalara yada bitkilere yapıştırır. Yumurtaları dölleyecek olan spermalar erkeklerin gövde boşluğundaki 2 (bazen 1) erbezi içinde üretilerek , süt kıvamındaki ve rengindeki bir sıvıyla suya boşaltılır. Kemikli balıklarda, erbezlerinin her birinden çıkan bir sperma kanalı, anüsün arkasındaki ürogenital deliğe, köpekbalıklarında ve vatozlarda ise dışkılığa açılır. Ayrıca bazı balıklarda, erkeğin spermalarını dişinin yumurta kanalına boşaltmasını (iç döllenme) sağlayan bir tür çiftleşme organı vardır.

Balıklara duyu organları açısından bakarsak; koku duyuları, hemen hemen tüm balıklar için büyük önem taşır. Çok küçük gözlü bazı yılanbalıkları, besininin yerini bulabilmek için görmeden çok koku duyusuna güvenir.

Tat duyusu da balıkların çoğunda çok gelişmiştir; yalnız ağız boşluğunda değil, başın ve vücudun bazı bölümlerinde de tat alma organları bulunur. Beslenme, tehlikelerden kaçınma ve üreyerek soyunu sürdürme açısından belki de en önemli organ gözdür. Balıkların gözü temel yapısı ve işleviyle bütün diğer omurgalılarınkine benzese de, çok değişik yaşam koşullarına uyarlanmış olduğundan değişik özellikler gösterirler. Karanlık ve loş ortamlarda yaşayan balıkların gözleri genellikle büyüktür. Ama başka bir duyusu aşırı gelişerek baskın duruma geçerse gözlerin işlevi azalır. Onlarda ses algılama ve denge, birbirleriyle çok yakın bağıntısı olan iki duyudur. Suyun içerisinde kolayca yayılan ses dalgaları, özellikle düşük frekanslı dalgalar, balıkların baş ve gövde içi sıvıları ile kemiklerine çarparak işitme organlarına iletilir. Balıklarca algılanabilen ses frekanslarının alanı insanlarınkinden çok değişiktir; bu da sesin sudaki yayılma hızından ileri gelir. Bir çok balığın, dişlerini birbirlerine sürterek yada başka yollarla birtakım sesler çıkarıp birbirleriyle iletişim kurdukları sanılmaktadır.

5-Memeliler

Mammaliaları, sıcakkanlı omurgalılar sınıfı olarak tanımlayabiliriz. Dişiler yavrularını yalnız bu gruba özgü yapılar olan meme bezlerinin salgıladığı sütle besler. Memelilerin öbür önemli ayırt edici özellikleri arasında deri türevi olan kıllar, alt çenenin kafatasına eklenme biçimi, kalp ve akciğerleri karın boşluğundan ayıran kaslı bir diyaframın varlığı, yalnız sola dönen aort yayının bulunması, olgunlaşmış alyuvarların çekirdeksiz oluşu sayılabilir.

Memeliler evrim sürecinde boyut, biçim, yapı ve davranış özellikleri bakımından çok büyük bir çeşitlilik kazanmıştır. Memeli hayvanlarda gelişmeye yönelik başlıca üstünlük yavruların, ana babalarının deneyimlerini öğrenme yeteneğidir. Yavru memelilerin beslenmek için annesine bağımlı oluşu bir eğitim süresini gerektirir. Bu ise başka hiçbir canlı grubunda rastlanmayan ölçüde çevre koşullarına uyarlanmayı sağlayan davranış esnekliğine yol açar.

Memelilere has özelliklerin başında deri salgı bezlerinin bulunması gelir. 3 tip deri salgıbezi vardır: kılları temizleyen yağ bezleri; ter salgılayan ve hem boşaltımda hem de beden ısısını düzenlemede rol oynayan ter bezleri; yavruların beslenmesini sağlayan süt bezleri. Ayrıca memelilerde çok sayıda boynuzsu oluşuma rastlanır: pullar, tırnaklar, toynaklar, boynuzlar; fanerlerin en niteleyici olanları, yalnızca onlarda bulunan kıllar ve tüylerdir. Kıllar kürkü oluşturur; kürkün bulunması bu hayvanların sıcakkanlı (beden sıcaklığının değişmemesi) olmasını sağlar (tüylerin ve teleklerin bir ısı yalıtkanı görevi yaptığı kuşlarda da aynı özelliğe rastlanır).

Beslenme davranışlarında görülen özelleştirme diş oluşumunu da belirler. İlkel memeliler kesmeye ve koparmaya uyarlanmış dişleri uzun ve sivri uçludur. Otçulların özelleşmiş yan (azı) dişlerinde karmaşık değme yüzeyleri ve genişlemiş taç bölümü dikkat çeker. Ayrıca bu dişler aşınmanın etkilerini değişik yollardan en aza indirecek özellikler taşır. Genel olarak memelilerin çoğu heterodonttur ve hepsi de alveollü 3 çeşit dişleri vardır: kesici dişler, köpek dişleri, azı dişleri (küçük ve büyük azılar). Temel diş formülü olarak 44 dişten oluşan domuzun diş formülü kabul edilir. Memelilerin, genellikle, birbiri arkasına çıkan iki tip dişleri vardır; sütdişleri (geçici dişler) ve kalıcı dişler.

Memelilerin kalbinde kuşlarda da görüldüğü gibi sağ ve sol karıncık tümüyle birbirinden ayrılmıştır. Bu gelişim iki ayrı kan dolaşımını olanaklı kılar. Oksijen yüklü kan akciğerlerden kalbin sol kulakçığına geldikten sonra sol karıncığa geçer ve dokulara gönderilmek üzere aorta pompalanır. Alyuvarlar en yüksek düzeyde oksijeni taşıyacak biçimde evrimleşmiştir. Olgunlaştıklarında çekirdeklerinin kaybolması da oksijen taşıma kapasitelerini yükseltir.

Yalnızca memelilerde görülen bazı başka özellikler de iç organlarda ortaya çıkar: beden iç boşluğu (sölomlu) kaslı bir diyaframla ikiye ayrılır (karın boşluğu ve göğüs boşluğu). Merkez sinir sistemi yeni bir beyin bölgesinin (neokorteks; bu bölgeye nasırlı cisim, Varol köprüsü yada beyincik yarımküreleri gibi yapılarda eklenmektedir) bulunması nedeniyle çok gelişmiştir.

Dişilerde üreme organının yapısı memeli gruplarına göre değişiklik gösterir. Eteneli memelilerde üreme organı dölyatağının biçimine bağlı olarak 4 temel tip altında toplanabilir. Kemiriciler ve Lagomorpha takımında tümüyle ayrılmış 2 dölyatağı birbirinden bağımsız olarak dölyoluna açılır. Etçillerde de dölyatağı büyük ölçüde ikiye ayrılmakla birlikte dölyoluna tek bir kanalla bağlanır. Toynaklıların birçoğunda dölyatağının dallanmış dip bölümü iyice kısalmıştır, gövde bölümü ise ortaktır. İnsan da aralarında olmak üzere üstün yapılı primatlarda dölyolu basitleşmiş, öbür gruplarda görülen dallanma tümüyle ortadan kalkmıştır.

Omurgasızlar

Omurgasızlar omurgalıların dışında kalan bütün hayvanları kapsar. Günümüz sınıflandırmalarında bir altfilumu oluşturan Vertebrata (omurgalılar) dışındaki hayvanlar, eskiden Invertebrata (omurgasızlar) grubunda toplanıyordu. Ama artan bilgilerin ışığında böylesi bir sınıflandırma yapay duruma düşmüş ve omurgasızlar adı bir sınıflandırma düzeyini gösterecek biçimde kullanılmaz olmuştur.

Varlığını sürdüren hayvanların yüzde 90’ ından çoğu omurgasızdır. Boyutları, ancak mikroskop altında görülebilen tekhücreliler ile dev kalamarlar arasında değişir. Omurgadan ve kasların bağlandığı sert bir iç iskeletten yoksun olmalarına karşın birçoğu sağlam bir dış iskeletle korunmuştur.

1-Süngerler

Süngerler latincede Porifera olarak adlandırılır. Yaklaşık 5 bin türü tanımlanmış, suda yaşayan hayvan filumu olarak genelleme yapabiliriz. En ilkel çok hücreli hayvanlar arasında yer alan süngerler, genellikle dallanmış biçimleri ve kısa süren lavra evreleri nedeniyle bitki sanılmış, hayvanlara özgü yapı ve özellikleri ilk 1755’te çıkarılmıştır.

Süngerlerin yalnız 20 kadar türü (Spongilla cinsi) tatlı sularda, geriye kalan büyük bölümü denizlerde yaşar. En derin denizlerde bile rastlanabilen süngerler, en çok denizlerin tropik ve astropik kesimlerinde yaygındır. Birçok türün uzunluğu birkaç santimetreyi aşamazken, bazılarının boyu 2m’ yi geçmektedir.

Süngerlerin belirli organları, dokuları, özgül biçimi, belli bir bakışımı yoktur. Ortadaki sindirim boşluğunu saran iki katlı bir çeperden (dış deri ve iç deri) oluşan (diploblastik hayvanlar) çok hücreli canlılardır;iç deri (endorm) yakalı kamçılı hücrelilerden (koanosit) oluşur. Bu hayvanlarda sinir sistemi yoktur. Hayvanın içinden geçen ve onun mikrofaj beslenmesini sağlayan su akımı, çok sayıda delikten girer; delikler titreyen sepetçiklere, onlarda bir merkezi girişe açılır. Su oradan, anusa benzetilebilecek büyükçe bir delikten (oskulum) dışarı çıkar. Dış ve iç hücre katmanları arasında mesoglea denen ve içinde serbestçe hareket eden amipsi hücrelerin (amibosit) bulunduğu jölemsi bir katman yer alır.

Süngerler 3 sınıf altıda toplanır: Calcispongiae (Calcarea), Hyalospongiae (Hexactinellida) ve Demonspongiae. Calcispongiae yada kalkerli süngerlerin üyeleri, kalsiyum karbonat iğneciklerinden kurulu iskeletleriyle ayırt edilen deniz süngerleridir.

Hyalospongiae yada silisli cam süngerlerinin iskeleti silisli ve genellikle 6 eksenli iğneciklerden kuruludur. İğnecikler kesintisiz bir ağ oluşturacak şekilde birleşebilir. Demonspongiae yada silisli süngerler 4.200 dolayında türdeki en geniş sünger sınıfıdır. İskeletleri sponjin denen, yalnızca süngerlere özgü bir madde içerebilen bu sınıf üyelerinin çoğu sığ sularda yaşar.

Süngerlerde bulunan amipsi hücreler küre biçimli yumurtaları üretir. Döllenmeden sonra oluşan lavralar gövdelerini çevreleyen kirpiklerin yardımıyla uygun bir yüzeye tutunana dek yüzerler. Burada hızla gelişen lavra çok geçmeden erişkin sünger hayvanına dönüşür.Bazı türler tomurcuklanma yoluyla eşeysiz olarak da ürer. Tomurcuklar daha sonra ana süngerden ayrılarak gelişimini bağımsız bir biçimde sürdürür.

2-Örümceğimsiler

Arachnidalar, Arthropoda (eklembacaklılar) filumunun, başta örümcekler, akrepler, akarlar, keneler ve uyuz böcekleri olmak üzere, 70 bin kadar etçil ve karada yaşayan omurgasız türüdür. Arachnida üyelerinin en belirgin özellikleri, iyi gelişmiş bir baş bölümü ile sert (kitinleşmiş) bir dış iskeletten oluşan bölütlü gövde yapısı ve çift sayıdaki eklemli gövde uzantılarıdır.

Büyüme sürecinde birkaç kez kabuk (dış iskelet) değiştiren bu hayvanların gövdesi başlıca 2 bölümden oluşur: Kabaca böceklerin baş ve göğüs bölümlerine karşılık düşen ve sefalotoraks yada ön gövde (prosoma) denen başlı-göğüs ile art gövde yada opistosoma denen karın bölgesi. Ön gövde 6, karın 12 bölütten oluşur. Başlı-göğüs bölgesindeki 6 çift uzantının ilk çift genellikle kavrama organıdır; örümceklerde, zehir çengelleri denen bu kısa uzantının ikinci bölütü zehiri fışkırtmaya yarayan bir saldırı organına dönüşmüştür. Dokunma ayakları ve çene ayakları adıyla da bilinen ikinci çift (pedipalp), ya bacağa benzer dokunma organıdır yada hayvanın avını yakalamasına yarayan, kıskaca benzer kavrama organıdır. Bazı türlerde, dokunma ayaklarından her birinin en alt bölütü kesici yada parçalayıcı bir organa dönüşerek, beslenme sırasında ağız parçalarına yardımcı olur; örümceklerde, dokunma ayaklarının en uç bölümü özel bir çiftleşme organı görevini üstlenir.

Arachnida sınıfının yaşayan 11 takımı, yeryüzündeki dağılımlarına göre 3 büyük grup içinde toplanabilir. Araneida (örümcekler), Opiliones, Pseudoscorpiones (yalancı akrepler) ve Acarina (keneler, akarlar, uyuz böcekleri) üyeleri dünyanın her yerine yayılmıştır. Kuzey bölgelerinde oldukça seyrek, buna karşılık tropik ve astropik bölgelerde çok bulunan türler, Scorpionida (akrepler), Solifugae (böğler yada poylar), Amblypygi (kuyruksuz kamçılı akrepler) ve Uropygi (kuruklu kamçılı akrepler) takımındandır. Çok dar ve sınırlı bir dağılım gösteren takımlar ise Palpigradi, Ricunulei ve Schizomida’dır.

Arachnida sınıfından eklembacaklıların kur yapma ve çiftleşme davranışları oldukça ilginçtir. Genelleme yapmak pek kolay olmamakla birlikte, erkek çoğunlukla spermini dişiye doğrudan aktarmaz. Bazı türlerin erkeği spermini yere yada ağına bırakır; akrep ve yalancı akrepler, içinde sperma hücresinin bulunduğu bir sıvı damlacığını taşıyan, jelatinsi yapıda bir sperma kesesi oluştururlar. Çoğu türlerde erkek kimyasal bir madde salgılayarak dişiyi eşleşmeye çağırır; görüşü keskin olan türlerde ise göz alıcı renkleriyle dişini ilgisini çekmeye çalışır.

Arachnida üyelerinin büyük bölümü yumurtayla, bazı türler (örn. akrep) ise doğurarak ürer. Bu türlerde, döllenmiş yumurtalar dişinin içinde gelişir ve yavrular canlı olarak doğar. Analık duygusu pek gelişmemiştir ama, dişi akrep en azından kabuk değiştirinceye kadar yavrularını sırtında taşır.

Akarlar ve kenelerin gelişme ve büyüme çevrimi, Arachnida sınıfının öbür üyelerine göre biraz daha değişiktir. Bu türlerde yumurtadan çıkan 6 bacaklı lavra (kurtçuk), erişkin duruma gelmeden önce bir yada birkaç kez başkalaşım evresinden geçer (nemf). Acarina üyelerinin çoğu yumurtlar; bazıları ovovivipardır, yani yumurtlama sırasında yada hemen ardından yavrular yumurtadan çıkmaya hazırdır; bu türler arasında döllenmesiz çoğalmaya da (partenogenez) rastlanır.

Beslenme alışkanlıkları da türler arasında oldukça büyük değişiklikler gösterir. Opiliones takımının bazı üyeleri uzun bacaklarıyla avlarının peşinde koşar yada otların arasında yiyecek ararken, yalancı akrepler bir ava rastlayıncaya değin ağır ağır dolaşırlar. Bazı kamçılı akrepler daha çok geceleri avlanır, gerçek akrepler ile örümcekler ise avını yakalamak için sessizce beklemeyi tercih ederler. Arachnida üyeleri içinde en değişik beslenme alışkanlığına sahip grup, salgıladığı ipek iplikçiliklerini bazen bir avlanma aracı , bazen bir tuzak gibi kullanan örümceklerdir; ağ kuran türler genelde avın tuzağa düşmesini sabırla beklerken, bazı örümcek türleri de avlanmak için çok ilginç yöntemler geliştirmişlerdir.

3-Derisidikenliler

Echinodermatalar, gövdeleri ser ve dikenli bir kabukla örtülü çok sayıda deniz hayvanını kapsayan filumdur. En derin okyanus çukurlarından gelgit bölgelerine kadar denizlerin bütün derinliklerinde görülebilen derisidikenlilerin 20’yi aşkın sınıfı tanımlanmıştır; bu sınıflardan çoğunun soyu tükenmiş, yalnızca beş sınıftan 6 bin kadar tür bugüne dek varlığını koruyabilmiştir.

Derisidikenlilerin bugün var olan bu 5 sınıfı Crinoidea (denizlaleleri ve tüy yıldızlar), Asteroidea (deniz yıldızları), Ophiuroidea (yılan yıldızları), Echinoidea (deniz kestaneleri) ve Holothuriodea (deniz hıyarları)’dır. Bazı uzmanlar Asterozoa altfilumu içindeki Asteroidea ve Ophiuroidea sınıflarını, aralarındaki yakın ilişkiye dayanarak Stelleroidea sınıfının altsınıfları olarak kabul ederler.

Derisidikenlilerin en belirgin özelliği, kalsiyum karbonattan oluşan iskeletleri ve erişkinlerde beşli ışınlı bakışım gösteren gövde yapısıdır. İskelet yapısı ya deniz kestanelerinde olduğu gibi sert levhaların kaynaşmasıyla oluşmuş, içi oyuk bir kabuk biçimindedir yada pürüzsüz, çok sayıda ayrı ayrı kemik levhacık kaslarla birbirine bağlanmıştır. Deniz laleleri ile tüy yıldızlarda her iki iskelet biçimi birlikte görülür; asıl gövde bölümünde iskelet levhacıkları kaynaşmış, sap bölümünde ise eklemli bir yapı kazanmıştır. Yumuşak gövdeli deniz hıyarlarında ise, iskelet levhacıkları iyice küçülerek mikroskobik parçacıklara bölünmüştür.

Yaşayan derisidikenlilerin bütün sınıflarda egemen olan bakışım (simetri) düzeni, genellikle 5 eksenli olan ışınsal bakışımdır; soyu tükenmiş türlerde görülen iki yanlı bakışım ise, yaşayan türlerden çoğunun yalnızca lavra evresine özgüdür. Ununla birlikte, deniz kestanelerinin bazı türleri erişkinlikte iki yanlı bakışımı korurken, erişkin deniz hıyarları da dıştan iki yanlı, içten ışınsal (beşli) bakışım gösterir. Özellikle savunmaya, ayrıca istenmeyen parçacıkların vücuttan atılmasına yarayan kıskaçsı organlar (pedisel) deniz kestanelerinde ve deniz yıldızlarında bulunduğu halde, öbür 3 sınıfın üyelerinde bulunmaz. Deniz kestanelerinde ayrıca 40 iskelet levhası ile kaslardan oluşan karmaşık yapılı bir çiğneme aygıtı (Aristo feneri) vardır.

Derisidikenlilerin çoğu ayrı eşeylidir. Üreme genellikle spermanın yumurtayı döllemesiyle eşeysel yoldan gerçekleşir; yalnız deniz yıldızları ile deniz hıyarlarının birkaç türünde bölünmeyle eşeysiz üreme görülür. Eşeyli üremede yumurta ve spermalar denize dökülür ve döllenme su içinde gerçekleşir. Dişiler genellikle yılda bir kez ve milyonlarca yumurta döker. Döllenen yumurtalar, yumurtanın iriliğine bağlı olarak iki ayrı gelişme çizgisi izler. Az besin içeren küçük yumurtalardan serbestçe yüzebilen lavralar çıkar; bunlar bir süreliğine planktonlarla beslendikten sonra başkalaşım geçirir ve deniz tabanına yerleşir. Daha bol besin içeren iri yumurtalarda, embriyon gelişmesini yumurta içinde tamamlar ve lavra evresinden geçmeksizin doğrudan erişkine dönüşür.

Derisidikenlilerin çoğu, kopan gövde parçalarını kolayca yenileyebilir.Örneğin denizyıldızlarında, ortadaki gövde diskinden küçük bir parçanın kalmış olması koşuluyla, tek bir koldan yeni bir birey gelişebilir. Derisidikenlilerin büyük bölümü, dibe çökelmiş yada yüzen çok küçük organik maddelerle, denizkestaneleri ile denizyıldızlarının birçoğu ise bitkilerle beslenir. Yalnız bazı deniz yıldızları özellikle yumuşakçalara dadanan etçil hayvanlardır.

4-Çok bacaklılar

Çok bacaklılar, çok ayaklılar olarak da bilinir. Omurgasızların Arhropoda (eklembacaklılar) filumundan Diplopoda (kırkayak) , Chilopoda (çıyan), Psuropoda ve Symphyla sınıfları ile soyu tükenmiş Achipolypoda grubunun üyelerine verilen ortak addır. Bazı uzmanlar bu hayvanları Myriapoda sınıfı altında toplar ve yukarıda sözü edilen sınıfları birer altsınıf olarak kabul eder. Küçük bir grup olan çok bacaklıların günümüze değin 11 bin yaşayan türü sayılmıştır.

Çok bacaklılar bir çift duyarga, çiğneyici çeneler ve solunum trakerleri gibi birçok çift bacakla donanan kara eklembacaklıları sınıfıdır. Bir çok bacaklının çoğunlukla birbirinin aynı birçok halkasının her biri bir yada iki çift bacak taşır. Cinsellik deliği ya bir tanedir ve arkada bulunur (Chilopoda sınıfı) yada iki tanedir ve öndedir (üyelerinin her halkasında iki bacak bulunan kırkayaklar ve gelişmemiş sineklere benzeyen Symphyla alt sınıfı). Bütün çok bacaklılar yumurtlayarak ürer.

Çok bacaklılar genellikle seyrek görülen hayvanlardır. Bazıları geniş kitlesel göçlerle dikkat çekerken, bazıları da ev ve öbür yapıların kuytu köşelerinde barınır. Yaşayan 4 sınıfı ile tropik ve ılıman bölgelere büyük ölçüde dağılmış olan çok bacaklılar, bazı yerlerde toprağın organik bölümünü (humus) kaplayarak toprak faunasında öne çıkarlar. Çeşit ve sayıca en çok ormanda bulunursalar da, çıyanlar başta olmak üzere kimi kırkayak türleri otlak yada yarı kurak çevrelerde bulunur.

5-Solucanlar

Solucan sınıfı Platyhelminthes (yassı solucanlar), Anelida (halkalı solucanlar), Aschelminthes (yuvarlak solucanlar) ve Pogonophora (sakallı solucanlar) filumlarını kapsar. Bazen Aschelminthes grubunu oluşturan Nematoda (iplik solucanlar), Rotifera, Gastrotricha, Kinorhyncha ve Pripalida sınıfları filum düzeyine yükseltilerek sınıflandırılmaktadır. Yer solucanları, Oligochaeta sınıfından halkalı solucanların karada yaşayan en tanınmış üyeleridir.

Solucanların gövdesi ince uzun, silindir biçiminde yada yassılaşmış ve genellikle uzantılardan yoksundur. Uzunlukları 1mm ‘nin altından başlayarak 15m’yi aşabilir. Denizlere, tatlı sulara ve karalara yayılmış olan bu hayvanların bir bölümü asalak, öbürleri serbest yaşar.

6-Böcekler

Böcekler Arhropoda (eklembacaklılar) filumunun Insecta (böcekler) sınıfını oluşturur. Böcekler hayvanlar aleminin en geniş filumudur: hem birey sayısı hem de uyum sağlama ve yeryüzüne dağılım açısından.

Böcekler sınıfı 2 alt sınıfa ayrılır: Apterygota (kanatsız böcekler) ve Pterygota (kanatlı böcekler). Apterygota altsınıfının Protura, Thysanura (kılkuyruk), Diplura ve Collembola (yay kuyruk) gibi 4 takım içinde sınıflandırılan üyeleri ilkel, kanatsız ve genellikle başkalaşmasız böceklerdir; bunlarda, erişkinlerin ağız parçaları baş kapsülüne tek bir noktada eklemlenir. 27 takımdan oluşan Pterygota altsınıfının üyeleri daha üstün yapılı, kanatlı, kanatlı ve başkalaşma geçiren böceklerdir; bunlarda, erişkinlerin ağız parçaları baş kapsülüne iki noktada eklemlenir. Bu altsınıfın iki bölümünden biri olan Exopterygota, yarı başkalaşmalı böcekleri içerir ve 17 takıma ayrılır: gün sinekleri, hamamböceği, cırcırböceği, kulağa kaçanlar, cadı çekirgeleri, eşkanatlılar, termitler, ısırıcı bitler, tahta kurusu... Altsınıfın ikinci bölümü olan ve tüm başkalaşmalı böcekleri içeren Endopterygota bölümü ise 10 takıma ayrılır: deve sinekleri, kelebek, arı, karınca, sinekler,pireler.

Bütün eklem bacaklılarda olduğu gibi, böceklerin de bacakları eklemli, gövdeleri bölütlü ve genellikle bir dış iskeletle korunmuştur. Bu sınıfın üyelerini eklembacaklıların öbür sınıflarından ayıran temel özellikler ise şunlardır: Öbür eklembacaklılarda gövde 2 bölümden oluşurken, böceklerde baş, göğüs ve karın olmak üzere 3 bölümden oluşur; Öbür eklembacaklıların hiçbirinde kanat bulunmazken, bu sınıfın üyelerinin çoğu kanatlıdır; öbür eklembacaklılardaki en az 4 çift bacağa karşılık böceklerin 3 çift bacağı vardır. Nitekim bazı uzmanlar böcekler sınıfını, altı bacaklı anlamına gelen Hexapoda terimiyle adlandırır.

Böceklerin başlıca özelliklerinden biri olan kanat yapısı ise, sınıflandırma ve adlandırmada temel olarak alınır: Düzkanatlılar, yarım kanatlılar, kın kanatlılar, pul kanatlılar, zar kanatlılar gibi.
Böceklerin yaşam çevrimi genellikle yumurtayla başlar. Türlerin çoğunda, çevre koşulları elverişli olmadıkça lavra yumurtanın içinden çıkmaz ve türden göre ya duraklama durumuna geçerek gelişmesini erteler yada gelişmesini tamamladıktan sonra uyku durumuna geçerek koşulların düzelmesini bekler. Yumurtadan çıkan lavra, kitinli kabuğu sertleşinceye değin hava yutarak şişer. Bu dış iskelet bir kez sertleştikten sonra artık büyümediği için, böcek geliştikçe bu daralan kabuğu atıp, yeni ve daha geniş bir kabuk oluşturarak birkaç kez deri değiştirir. Böceklerin lavra biçimleri 5 grupta toplanabilir : tırtıla benzeyen lavralar, tombul ve kıvrık lavralar, uzun,yassı ve hareketli lavralar, telkurduna benzeyen lavralar ve bacaksız lavralar.

Hemen hemen bütün böceklerde eşeyli üreme, bazılarında döllenmesiz çoğalma, bir bölümünde de tek eşeylilik görülür.

7-Yumuşakçalar

Latince adı Molusca dır. Tipik bir yumuşakçanın bedeni bir baş, bir iç organlar kütlesi ve bir ayaktan oluşur; bunların hepsi manto denilen bir zarla kaplıdır. Mantonun başlıca görevi kavkı salgılamaktır. Kavkı iki çenetli, koni biçiminde, helezon gibi kıvrık, deri altında körelmiş durumda, birçok levhaya bölünmüş (kiton), sarmal bölgelere ayrılmış (Nautilus) olabilir; kavkı erişkinde büsbütün yok olabilir ama embriyonda muhakkak bulunur.

Yumuşakçalarda bakışım hemen hemen iki yanlıdır; beden bölütlü değildir, ama bazı organlarda bölütlenme izlerine rastlanır Genellikle etli olan ayak çoğunda sürünerek yürümeye (karından bacaklılar), yeri delmeye (iki çenetliler), yüzmeye ve besinleri yakalamaya yarar(kafadan bacaklılar).

Yumuşakçalar beş sınıfa ayrılır: İlkel yumuşakçalar(kiton), karındanbacaklılar (genelde sarmal kavkılıdırlar), Scaphopoda (sayıca çok azdırlar), iki çenetliler ve kafadan bacaklılar(ahtapot,mürekkep balığı).

Sölom iki boşluk halindedir; birinde eşeysel bez, ötekinde perikart bulunur. Yumuşakçaların yumurtaları bol vitellüslü olduğundan genellikle iridir. Yumurtalar genellikle çok karmaşık organlarda ayrı ayrı yada bir arada bulunabilir. Lavra yüzücüdür ve bir perdeyle kaplı örtülü bir evre geçirir; bu evre kafadan bacaklılarda yoktur ve karından bacaklı kara yumuşakçalarında lavra iri bir vitellüsle örtülüdür.

8-Kabuklular

Kabukluların iki çift duyargaları, birleşik gözleri, çoğunlukla göğüsle kaynaşmış bir başları vardır. Bu sınıfa ıstakoz, yengeç gibi solungaçlarla donanan eklem bacaklılar dahildir.

Kabuklular temel özellikleriyle öbür hayvanlardan ayrılır. Bedenleri bir baş ile iki ayrı bölgede toplanan (göğüs ve karın) bir dizi bölüt (yada halka) içeren bir gövdeden oluşur. Bölütlerin sayısı gelişmiş kabuklularda 19 yada 20’dir. Çoğunlukla bir yada birçok göğüs bölütüyle kaynaşarak baş, bir başlı göğüs oluşturur. Göğüs bölütlerinin her birinde, pereiopot adı verilen ve çiğneyici organlara, kıskaçlara yada ayaklara(yürümeye yada yüzmeye yarar) dönüşebilen bir çift eklenti vardır. Malacostraca cinsinin her kalın bölütünde pleopot denen bir çift eklenti bulunursa da öbür öbeklerin üyelerinde genellikle bu eklentilere rastlanmaz.
Top