warning: Creating default object from empty value in /home/icom/domains/ihya.com/public_html/saglik/modules/taxonomy/taxonomy.pages.inc on line 33.

psikoloji

Posted by bilge

Alkolizmle ilgili tüm tedavi programlarının belirli temel ilkeleri vardır. Bir alkolizm tedavi programında aşağıdaki aşamalar bulunur.

Alkolden Arındırma Ve Yoksunluk Belirtileri

Tedavi alkolden arındırma programıyla başlayabilir. Hasta alkolden arındırma servislerinde tedaviye alınır ve yoksunluk belirtileri açısından dikkatlice izlenir. Bu genellikle 4-7 günlük bir süredir ve bu süre içinde sakinleştiricilerin kullanılması da çoğu zaman gerekli olur. Eğer yoksunluk belirtileri ortaya çıkarsa bir doktorun rehberliğine gereksinim duyulabilir. Ayrıca bazı alkolikler için bu dönemde depresyon tedavisi de gerekli olabilir, şiddetli yoksunluk belirtileri olan alkolikler gergin, sinirli olabilir ve hatta bilinç kayıpları bile görülebilir.

Delirium Tremens ve yoksunluk belirtilerinin önlenebilmesi için doktor gözetimi altında ilaç kullanımı gereklidir.

Tıbbi Tedavi

Eğer alkolizmden kaynaklanan tıbbi sorunlarınız varsa, bunlar tedavi edilmelidir. En sık rastlananlanYüksek kan basıncı, kan şekeri artışı, karaciğer ve kalp hastalıklarıdır. Bunların yanısıra, hastalıkla ilgili beslenme sorunları da teşhis edilerek uygun bir diyetle tedavi edilmelidir.

Posted by bilge

Alkolizm, sürekli alkol içme dönemleri. kontrolunu kaybetme ve istenmeyen sonuçların varlığına rağmen ısrarla alkol kullanımını sürdürme gibi özellikler gösteren uzun süreli ve ilerleyici bir hastalıktır.

Alkol bağımlılığı,alkolün etkilerine ruhsal olarak gereksinim duyduğumuz anlamına gelir. Bu durumda kişi kendisine. ailesine. arkadaşlarına ve işine verdiği zararlara rağmen içmeyi sürdürür.

Bunun yanısıra alkole fiziksel bir bağımlılık da gelişir. Ayrıca özellikle erken yaşta alkolik olan erkeklerin oğullarında alkolizme bir eğilim olduğu gösterilmiştir. Bu genetik faktörler bazı alkoliklerde nörolojik komplikasyonların(sinir sisteminde alkolün neden olduğu bozukluklar)oluşmasına yolaçabilir.

Fiziksel alkol bağımlılığının belirtileri arasında, alkole dayanıklılığın giderek artması (tolerans) ve alkol kullanımı kesildiğinde ya da ara verildiğinde yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması bulunur. Tekrar içki içildiğinde bu belirtiler ortadan kalkar. Yoksunluk belirtileri inatçı bir başağrısı,sıkıntı hali, uykusuzluk ve bulantı hissinden tremor (titreme dönemleri), bilinç bozuklukları ve katılma nöbetlerine kadar değişebilir. (bkz. Alkol Yoksunluğu ve Delirium Tremens).

Posted by bilge

Artık alkoliklerin kentin kirli sokaklarında sarhoş dolaşan, giyimine ve bakımına özen göstermeyen insanlar olduğunu ve varsayılan bu özellikleri nedeniyle kolayca tanınabileceğini düşünmüyoruz.

Alkolizm konusunda kazanılan deneyimler, bu sorunun sosyal ya da ekonomik durumla bir ilişkisinin olmadığını gösterdi. Genç veya yaşlı, erkek veya kadın zengin veya yoksul ve her ırktan insan alkolik olabilir. Yaşamları başarısızlıklar ve hayal kırıklıklarıyla dolu olanlar kadar, mutlu insanlar da alkolik olabilirler. Aynca alkoliklerin birçoğu toplumda saygı gören insanlardır, dostları ve iş arkadaşları arasında yıllarca sağlıklı ve normal biri gibi yaşarlar.

Alkolizmden kaynaklanan bitmiş bir evlilik veya kaybedilmiş bir iş gibi sorunlar alkolikler tarafından "talihsizlik, başkalarının yüzünden olan bir durum veya karakterlerine ilişkin bir sorun" olarak görülür.

Yüzyıllarca alkolikler iradesiz insanlar olarak görüldü ve alkol alışkanlıklarını yalnızca kendi iradeleriyle altedebilecekleri düşünüldü. Karakterleri yeterince güçlü olmadığından kimsenin onlar için yapabileceği bir şey yoktu.

Posted by bilge

Alkoliklerin çoğu tedaviye çevre baskısıyla gönülsüz olarak başlar. Tedaviye gereksinimlerinin olduğunu inkar etmeleri nedeniyle bu baskı gereklidir.

Çevresine Ördüğü Duvarı Aşmak

Alkolikler kendilerine ulaşılmasını engellemek için bilerek ya da bilmeyerek çevrelerine duvar örerler. Bu bilinçaltı inkar o denli büyük olabilir ki alkolik sorunun gerçekte ne olduğunu göremez. Tedavinin ilk hedefi yıllardır sürdürdüğü ve yaşamında yıkıma yolaçan alkol alışkanlığının sürmesini sağlayan kişisel savunma mekanizmalarını kırmaktır.

Alkolizm Bir Karakter Zaafı Değil, Bir Hastalıktır

Alkolizmin birhastalık olduğunu kabul etmek oldukça önemlidir. Alkoliği hastalığı yüzünden kınamak yalnızca ondaki kimse tarafından anlaşılmadığı duygusunu besler.

Girişim

Alkoliği, bu ona acı verecek olsa bile, içki içme sorunu olduğu gerçeğiyle yüzleştirin ve inkar etmesine fırsat vermeyin.

Posted by bilge

Her yıl ABD de yaşları 16-24 yaş arası onbinden fazla genç otomobil kazalarında ölmektedir. Yaklaşık 40000 kişi de yaralanmaktadır. Alkol çoğu kez boğulma.intihar ve yangınlar nedeniyle oluşan ölümlerden de sorumludur.

Alkol tüketimi özellikle lise son sınıf erkek çocuklar arasında oldukça yüksek bulunmuştur. Ancak ergenlik dönemindeki kız çocuklarında da alkol kullanım oranı yüksek bulunmuştur.

Bir gencin alkol kullanması alışkanlığa yolaçabileceği için tehlikelidir. Bu ülkede alkol alışkanlığı olan yaklaşık 20 milyon erişkinin yarıdan fazlası aşırı alkol tüketimine gençlik yıllarında başlamıştır. Bir erişkin için alkol alışkanlığının gelişmesi yıllar almasına rağmen, gençlerde birkaç ay gibi kısa bir sürede oluşabilir.

Posted by bilge

Korku kelimesi, çocuklarımızdan sık duyduğumuz ve kimi zaman nasıl bir yaklaşımda bulunacağımızı bilmediğimiz durumlarla bizi karşı karşıya getirir. Genel bir bakışla korku; algılanan bir tehlike, tehdit anında hissedilen ve gerilim, güçlü bir kaçma veya kavga etme dürtüsü, hızlı kalp atışları, kaslarda gerginlik, v.b. belirtilerle yaşanan yoğun bir duygusal uyarılmadır.

Korku, çocuğun gelişim sürecinde var olan bir duygudur. 6 aydan itibaren bir bebek yabancı nesneler, yerler ve kişilere karşı korku geliştirebilmektedir. Birincil bakıcıları (genellikle anne ve baba) olmaksızın bebek farklı ortamlara tepkiler verir. Yeni tanıdığı, tanıştığı kişilere ağlayarak yaklaşır, anneyi arar. Bu doğal gelişim sürecinin bir sonucudur. Bebeğimizin çevreye olan algısı artmış ve tanıdık-tanımadık sınıflandırmalarını değerlendirmeye başlamıştır artık. Yabancılık çekme ve ebeveynden ayrılmaktan kaçınma 2 yaşa kadar devam eder.

Posted by bilge

Tourette sendromu (TS) veya Tourette bozukluğu DSM-III-R ve TS Sınıflandırma Çalışma Grubu tarafından şöyle tanımlanmıştır: birden fazla motor tik ve en az bir vokal tik’in bir arada bulunması (aynı zamanda birlikte bulunması şart değil), 12 aydan daha uzun sürmesi, artış ve azalmalar göstermesi ve 21 yaştan önce başlamasıdır. DSM-IV’de bazı kriterler değişikliğe uğramıştır.

TS önceleri nadir olduğu düşünülürken, artık oldukça yaygın olduğu kabul edilmektedir. Bu bozukluğun farkındalığın artışı ve nöropsikiyatrik bir bozukluk olduğu görüşü ilgiyi artırmıştır. Bozukluğun kesin sebepleri henüz açığa çıkarılamamıştır. Tanı için herhangi bir biyolojik testin olmaması, genellikle semptomlara dayalı tanı konmaktadır. Sadece tiklerin göz önüne alınarak tanının konması karışıklıklara yol açabilmektedir. Tiklerin Sebepleri; “alışkanlık”, “stres”, “emesyonel bozukluklar”, bazen “dikkat vermeyi gerektiren durumların sonucu” ve cinsel kötüye kullanımın sonucunda da olabilmektedir.

Daha son zamanlara dek bile, tiklerin psikolojik orijinli olduğu düşünülüyordu. Şimdi ise kabul gören görüş; TS’nin büyük oranda nörogenetik orijinli nörogelişimsel bozukluk olduğudur.

Posted by bilge

Bu alandaki ilk çalışmalar disleksik bireylerin beyinlerinde nöropatolojik incelemelerle olmuştur. Bu çalışmalarda dikkat, serebral korteksin doğum öncesi maturasyonunun spesifik basamaklarındaki muhtemel anormalliklere yöneltilmiş ve beynin normal asimetrisinden sapmalar olabileceği üzerinde durulmuştur.

Giriş

İlk kez 1891’de Fransız nörolog Jules Dejerine disleksik bir yetişkinin beyninde angüler girus olarak adlandırılan sol alt paryeto – oksipital bölgesinde hasar olduğunu rapor etmiştir. Drake 1968’de vasküler malformasyon nedeniyle beyin kanamasından ölen disleksik bir çocukta sol inferior paryetal bölgenin korteksinin dış tabakalarında ektopileri gösterdi.

Posted by bilge

Özgül Öğrenme Güçlüğü Tanısı Koymada Yararlanılan Test ve Araçlar

1. WISC-R: Zeka testleri bilişsel işlevlere ait bilgiyi getirir. Değişmezlik taşır. Eğer bir çocuğa zeka testi verdiysek bulduğumuz ranj, yetişkinlik ve yaşlılığa kadar aynı düzeyde kalır, değişmez. Değişmezliğin güvenirliği yaşla birlikte artar. Erken çocukluk döneminde yapılan değerlendirmeler daha az güvenilir olur. Değerlendirmenin yapıldığı zaman içinde tanımlayıcıdır. Sözel alt testlerde sorulara dinleyerek yanıt verir. Sunulan kapsam içinde alıcı ve ifade edici farkları ifade eder. Performans alt testlerde görsel-algısal, görsel-motor becerileri ölçer. Toplam puan zihinsel düzeyin iyi bir göstergesidir. Sözel ZB ve performans ZB arasındaki fark belli bir alandaki gelişimin sapmış olduğunu gösterir ve toplam puanın anlamı değişir. Fark her zaman patolojik bir durumun ifadesi değildir. WISC-R’ da 3 patern tanımlanır:

a) SZB, PZB’ den yüksek olduğu patern: SZB, PZB’ den 15-40 puan daha yüksek olduğu durum. Görsel-motor-algısal alanda sorun olduğu düşünülebilir. Sözel alanda daha başarılıdır.

Posted by bilge

Bir kişinin yaşından, zeka kapasitesinden ve eğitim düzeyinden beklenenden daha düşük olan yazma yeteneği yazılı ifade bozukluğudur. Bu bozukluk nörolojik veya duyusal bir eksikliğe bağlı olmamalı ve kişinin okul performansını ve günlük yaşamda yazmayı gerektiren durumlarda bozukluklar yapmalıdır. Yazma özründe heceleri fena yazma, yazım ve işaret hataları yapma ve fena el yazısı görülür.

Eskiden okuma bozukluğu olmadan disgrafinin gelişmediği düşünülürdü. Fakat şimdi yazılı ifade bozukluğunun tek başına olabileceği bilinmektedir. Yazma özrü için daha önce kullanılan terimler heceleme bozukluğu ve heceleme disleksiyasıydı. Yazma özrü sıklıkla diğer öğrenme bozukluklarıyla birliktedir. Fakat yazma, dil ve okumadan daha sonra kazanıldığından ileride tanı konur.

DSM-IV’deki yazılı ifade bozukluğuna benzer olarak ICD-10’da ayrı bir özel heceleme bozukluğu vardır.

Epidemiyoloji

Yazılı ifade bozukluğunun görülme sıklığı bilinmemekle birlikte okul çağı çocukları arasında % 3-10 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Bazı bulgular bu bozukluğun böyle bir bozukluk öyküsü olan aileler arasında sık olduğuna işaret etmektedir.

Etiyoloji

Posted by bilge

DSM-IV de okuma bozukluğu, çocuğun yaşına, eğitimine ve zekasına göre okuma başarısının beklenenin altında olması şeklinde tanımlanır.

Bu bozukluk, okumanın gerekli olduğu akademik başarı veya günlük etkinliklerde anlamlı sorunlar ortaya çıkarır. DSM-IV’ e göre eğer nörolojik bir durum veya, algısal bozukluk varsa okuma özürünün derecesi bu gibi durumlardan dolayı artış gösterir.

DSM-IV’ ün okuma bozukluğu tanımı ICD-10’dan farklıdır. ICD-10’a göre özel öğrenme bozukluğu olan çocukların öykülerinde sıklıkla konuşma, dil ve heceleme bozuklukları da vardır.

Posted by bilge

ENÜREZİS NOKTURNA

Enürezis terimi, Yunanca idrar yapmak “enourein” sözcüğünden gelmektedir. Tıbbi terminolojide idrar kaçırmayı (yatağı ıslatma) tanımlamak için kullanılmaktadır.

Normal gelişimleri sırasında çocuklar, genellikle 2-3 yaşları arasında mesane kontrolünü kazanmaya başlarlar. Gece kontrolü ise genellikle üçüncü ya da dördüncü yıllar arasında tamamlanmaktadır.

Enürezis Nokturna (EN) DSM-IV tanı ölçütlerine göre; 5 yaşından büyük çocukların, uyku sırasında, tekrarlayıcı nitelikte, istemsiz idrar kaçırması, bu davranışın üç ay süre ile en az haftada iki kez ortaya çıkması, okul ya da sosyal yaşantı ile ilgili bir sıkıntı nedeni olması ve durumun tıbbi bir hastalığa bağlı olmaması olarak tanımlanır. EN, DSM-IV sistemine göre dışa atım bozuklukları arasında sınıflandırılırken, ICD sisteminde duygusal ve davranışsal bozukluklar başlığı altında sınıflandırılmaktadır (burada yaş sınırı 4 yaş olarak belirtilmektedir). Çoğu uyku araştırmacıları bozukluğu bir parasomnia olarak ele almaktadır. Ancak daha yaygın olan görüş; bu belirtileri 5 yaşından küçük çocuklarda “gecikmiş ya da sorunlu tuvalet eğitimi” olarak tanımlamaktadır.

Posted by bilge

Bruksizm, uyku sırasında dişleri sıkmak,gıcırdatmak ve çeneyi kenetlemektir. Bu normal olmayan bir durumdur ve oldukça rahatsız edici bir ses ortaya çıkar. Uyku sırasındaki diş gıcırdatma o kadar sesli olur ki, kişi uyanıkken aynı sesi çıkaramaz.

Çağımızın hastalığı olan stresin diş gıcırdatmanın en önemli nedeni olduğu düşünülmektedir.

Diş gıcırdatmanın şiddeti ve sıklığı dişlerimize zarar verecek boyutlara ulaşabilir. Sürekli birbirine sürtünen dişlerin mineleri zarar görür ve dişlerin boyları kısalır. Köklerinde basınçtan dolayı kistik oluşumlar olur.

Dişi çene kemiğine bağlayan bağlarda gevşemeler olur ve bu yüzden dişlerde sallanmalar başlar.

Diş eti dokularıda zarar görür. Dokunulduğunda kanar ve git gide koyu renkli bir görünüm alırlar. Ayrıca çene eklemindeki kıkırdak dokudaki tahribat yüzünden eklem şikayetleri ortaya çıkar. Eklem şikayetlerini oluşturan sebeplerden biri de sürtünme ile kısalan diş boylarıdır. Diş boylarının kısalması belirgin hale gelince hastanın dış görünümünü de etkiler.

Posted by bilge

1. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Nedir?

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) nun temel özelliği, dikkat süresinin kısalığı, engellemeye yönelik denetim eksikliği nedeniyle davranışlarda ya da bilişte ortaya çıkan ataklık ve aşırı hareketliliktir.

Bunun sonucu olarak çocukta gelişimsel olarak aşağıdaki 3 temel sorun ortaya çıkmaktadır:

Kısa dikkat süresi

Yetersiz dürtü kontrolü

Aşırı hareketlilik

Tanı düzenli öğrenim için gerekli dikkat süresi ve yoğunlaşmasının gelişmesinin beklendiği ilkokul yıllarında konulmaktadır. DEHB nüfusun yaklaşık %3-6’sında gözlenir. Erkek / Kız oranı 3/1 ‘dir.

2. DEHB’nun en sık belirtileri nelerdir?
* Aşırı hareketlilik
* Yerinde oturmada güçlük
* Çok konuşma
* Dikkatini sürdürmede güçlük
* Dikkatin kolay dağılması
* Sıklıkla bir şeyler kaybetme
* Sınıfta sorulara sırasını beklemeden cevap verme
* Yönergeleri takip etmede güçlük
* Sessizce oynamada güçlük
* Oyunlarda sırasını beklemekte güçlük
* Bir etkinlikten diğer etkinliğe kayma
* Sıklıkla araya girme, sözünü kesme
* Sıklıkla ne söylendiğini dinlememe
* Tehlikeli etkinliklerle uğraşma

3. Nasıl DEHB tanısı konur?

Posted by bilge

Cinsellik sadece cinsel organlarla yaptığımızı bir eylem olmayıp, tüm varoluşumuzu yansıtır. Cinselliğimiz sadece biyolojik yapımızdan değil, aynı zamanda psikolojik yapımızdan, hatta dinsel ve kültürel temellerimizden etkilenir.

Günlük yaşamımızda birçok kaynaktan sözel veya sözel olmayan mesaj ve uyarılar alırız. Çocuğun şekillendiği yıllarda, anne babalarının verdiği mesajlar çok önemlidir ve uzun süreli etkiye sahiptir. Bu sebeplerle çocuk ve ebeveyn arasındaki iletişim açık, tutarlı ve olumlu olmalı ve en önemlisi de mümkün olduğunca cinsel eğitime erken başlanmalıdır. Gerekli olan, çocuğa cinsellik hakkında her şeyin değil, daha önemli olan temel gerçeklerin aktarılmasıdır.

Geleneksel olarak genellikle aileler “cinsellik” hakkında konuşmaktan rahatsız olur ve kaçınırlar. Bu nedenle anne babalar için rahatlatıcı yaklaşımlar oluşturulmalı, çocuklara verilmesi gereken mesajların ne olduğuna karar verilmeli ve beklenen soru ve tepkilere karşı pratik cevaplar oluşturulmalıdır.

BAŞLAMADAN ÖNCE NELERİ BİLMEM GEREKİR?

Posted by bilge

Boşanma hiç kuşkusuz, çocukların başına gelebilecek en sarsıcı olaylardan birisi ve potansiyel olarak onların gelişmelerini ciddi bir biçimde etkileyecek bir dizi değişikliği de beraberinde getirmektedir. “Potansiyel bir durumdur, çünkü boşanmış bir ailenin bireyi olarak yaşamak kaçınılmaz olarak çocuklara zarar veren bir durum değildir. Önemli olan anne ve babanın evliliklerinin sona ermesini nasıl karşıladıkları, boşanmadan sonra hayatlarını ve ilişkilerini nasıl sürdükleri ve çocukları ile ilgilenmeye devam etmeleridir. 1 yılda 1 milyondan fazla çocuk, anne baba boşanması ya da ayrılığı yaşamaktadır. Boşanmaya karşı çocukların tepkilerinin varlığının farkında oluşun artmasıyla, 1960’lardan bu konu üzerine bir çok araştırma yapılmıştır.
* 1975’ten bu yana boşanmalar yılda 1 milyonu aştı.
* Bugün yapılan iki evlilikten biri boşanma ile sonuçlanacak
* 1983’te doğan çocukların %45’nin anne babası boşanacak. %35’inin anne babası tekrar evlenecek, %20’sinin anne ya da babası ikinci eşinden de ayrılacak.
* Evliliklerin yarısı ilk 7 yıl içerisinde sona eriyor. Buna göre 1980’lerde doğmuş çocukların aşağı yukarı üçte biri 18 yaşına gelmeden tek ebeveynli bir evde yaşayacak.

Posted by Serrâ

1. Anorexi Nervoza
2. Bulimia Nervoza
3. Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu
4. Şok Diyet

Anorexi Nervoza

Kilo alarak, şişmanlamaktan aşırı korkma sonucu, zayıflamak için sürekli çaba göstermeye Anorexia Nervosa denir.
Bireyin boyu veyaşı arasındaki normal asgari ağırlığının %85'inin altına indirmesi, Anorexia Nervosa tanısı koymak için yeterlidir. Dünya Sağlık Örgütü ( WHO ), boy, kilo veyaş arasındaki ideal ölçüyü şöyle tanımlamaktadır :

( ( Boy - 100 ) + ( Yaş / 10 ) ) * 0,8 ( bayanlar için ) * 0,9 ( erkekler için )

Örnek olarak 30 yaşında ve 1.75 boyundaki bir erkeğin ideal kilosu şöyle hesaplanacaktır.

= ( ( 175 - 100 ) + ( 30 / 10 ) ) * 0.9
= ( 75 +3 ) * 0.9
= 78 * 0.9
= 70,2 ( 70 kilo 200gram )

Posted by Serrâ

Uykusuzluk genelde; stres, sıkıntı, depresyon ve uyarıcı maddelerin kullanımı sonucunda meydana gelmektedir.

Hayatınızdaki tüm uyaranlardan kurtulun (çay, kahve, tütün, kola ve uyarıcı ilaçlar gibi).

Aerobik egzersizler yapmayı alışkanlık haline getirin. Gününüzün belirli bir bölümünü bu egzersizlere ayırın. Belirli bir süreegzersiz yapmak genelde geceleri rahat bir şekilde uyumanız için yeterli olabilir.

Yatmadan önce sıcak bir banyo yapmak (aşırı sıcak değil tabiiki), kaslarınızı gevşeterek uyumanıza yardımcı olur.

Eğer kas ağrılarınız ve kas spazmlarınız varsa ve bu nedenle uyuyamıyorsanız, şerbetçiotu (Humulus lupulus) bitkisinin çaylarını içebilirsiniz. Bira yapımında kullanılan bu bitki, binlerce yıldır yatıştırıcı ve rahatlatıcı oalrak kullanılmaktadır.

Yine ıhlamur çayı rahatlatıcı etkisi ile rahat uyumanıza yardımcı olur.

Yatmadan önceki 6 saat süresince çay ve kahve içmeyin.

Her sabah normalde kalktığınız saatten 1 saat önce kalkmaya çalışın.

Posted by Serrâ

Aslında herkesin herhangi bir zamanda uyku problemi olur. Bunun için pek çok neden bulunmaktadır. Uykusuzluk en az üç hafta süren uykuya başlama ve devam etmede güçlük olarak tanımlanmıştır. Bir ya da iki gece bozulan uyku, uykusuzluk kavramına uymaz. Aynı zamanda gün boyunca yorulmadıysanız, ne kadar kötü uyuduğunuzu düşünürseniz düşünün uykusuzluk yakınmanız yoktur. Böyle bir durum bile zaman zaman uyuma probleminin olmadığı anlamına gelmemektedir ve bozuk bir uykunun sıkıntısını bilmek için uykusuzluk çekiyor olmanız gerekmez.

Genç kişilerin yaşlılardan daha az uyku problemi var gibi görünmektedir. Buna karşın yukarıda belirtildiği gibi bunun yaşlandıkça uyku paternlerinizde meydana gelen değişiklikle ilgisi olabilir. 20 li yaşlarında her 10 kişiden biri uyku problemi olduğundan yakınırken yetmişli yaşlardaki kişilerin 3 te biri şikayet etmektedir.

Farklı kişiler klasik olarak aşağıdaki problemlerin bir ya da daha fazlasıyla, farklı şekillerde karşılaşmaktadır:

- Uykuya başlama ve uyuma zamanı arasının uzunluğu (sıklıkla bir o yana bir bu yana dönme)

- Gece boyunca pek çok kere uyanma, bunun sonucu olarak da sabahleyin kötü uyku uyumuş olma duygusu

Posted by Serrâ

Uyku insanoğlunun her zaman çok ilgilendiği konular içerisinde yer almıştır. Bunun nedeni her birimizin günlük işlevselliğimizi sürdürebilmek için uyku uyumaya ihtiyacımızın olmasıdır. Günlük aktivitelerimizi devam ettirebilmek için,verimli olabilmek için bir günde belli sürede uyumamız gerekmektedir. Ve biz,bu gerekli uykuyu alamazsak gün boyu bunun sıkıntısını çekeriz. Unutkan oluruz,sinirliliklerimiz artar, dikkatimiz dağılır, iç sıkıntısı duyarız. Ancak bazen de uykuyu fazla kaçırmaya başlarız. O zaman da, problem olur bizim için. Az uyumak gibi çok uyumakta bir problemdir. Altında yatan sebep araştırılmalıdır. En önemli sebeplerden biri depresyondur. Aşırı uyuma ile birlikte sinirlilik halleri öfke hayattan zevk almama halleri de eşlik edebilir. O zaman konuya daha hassas davranmalı kendimizi bunu sebebine yönelik araştırma yapmaya yönlendirmeliyiz.


Son yorumlar