Kan

Kan

Kan iki kısımda incelenir:
1- Hücresel elemanlar:
a) Eritrosit
b) Lökosit: Nötrofil, Lenfosit, Monosit, Eozinofil, Bazofil.
c) Trombosit
2- Sıvılar:
a) Plazma: Pıhtılaşmadan elde edilebilir.
b) Serum: Pıhtılaşmadan elde edilebilir.
c) Elektrolit: Su, Na, K, Ca, Mg, Cl
d) Glikoz
e) Üre
f) Birçok protein. Bir kısmı pıhtılaşma sisteminde görev alır, bir kısmı da tam tersi görevde
* Bağışıklık sistemi ile ilgili proteinlerin en önemli bölümü immünglobülinlerdir.
* Taşıyıcı görevde olanlar: Transferin demiri, Transcobalamin B12 vitaminini taşır.

ERİTROSİT: AC’ de hava ile temas edip O2 taşınmasını sağlar. 8 mikron çapında, disk şeklinde, ortaları
hafif çukur ve çekirdeksizdir. Ana yapım hücreleri kemik iliğinde. 120 gün yaşar. Rengini, Hb verir.
Hemoglobin: Kadınlarda: 14 -,+ 2 gr / dlt
Erkeklerde: 16 -,+ 2 gr / dlt
Hemotokrit: Kadınlarda: 42 -,+ 5 gr / dlt
Erkeklerde: 47 -,+ 7 gr / dlt
Eritrosit : Kadınlarda: 4.8 -,+ 0.6 milyon / mm3
Erkeklerde: 5.4 -,+ 0.8 milyon / mm3
NOT: Eritrositlerin azalması kan kaybı ile olur.

HEMATOLOJİK ACİLLER
Kanamalar iki sebeple olur:
1- Trombositlerde sorun vardır
2- Pıhtılaşma mekanizmasında sorun vardır.
Kanamanın durmasına hemostaz denir.
Bunun için:
1- Trombositler damar duvarına yapışır.
2- Sadece biri yapışır. (Adhezyon)
3- Diğerleri de toplanır. (Agregasyon)
4- Sekresyon.
5- Koagülasyon.
Kanama, normalde 2-6 dk arasında durmalıdır.

TROMBOSİT BOZUKLUĞUNA YOL AÇAN DURUMLAR:
1- İlaçlar: Aspirin. Alındıktan 2 saat sonra kanama zamanını 1-2 kat uzatabilir. Penisilin ve kalp ilaçları.
2- Üremi, böbrek yetmezliği. Kanama zamanı 15-20 dk uzar.
3- Bazı kan hastalıkları: Lösemi, kemik iliğini tutan hastalıklar.

KANAMA NEDENLERİ

* Doğuştan gelen pıhtılaşma bozuklukları * Ciddi enfeksiyonlar * Travma
* Doğum sonrası komplikasyonlar * Habis hastalıklar * Hemofili.

1- HEMOFİLİ: Faktör 8 eksikliğidir. Eklem içine kanama (hemoartroz), daha sonra kas içine (hematom) kanama olur. Ateş ve şiddetli ağrı görülür. Kas arkasına olursa kolay tespit edilemez. Kafaiçi kanama çok nadir görülür. Hastanın ülseri varsa çok kolay kanar. Tedavi: Faktör 8 verilir. Faktör düzeyi % 5’in üzeri hafif hemofili, % 5’in altı ağır hemofilidir.

2- TROMBOSİTOPENİ: Trombosit 20.000’in altında ise kanama olur, 15.000’in altında ise kanama
çok zor durur veya hiç durmaz. Hastanın hipertansiyonu, üremisi, ülseri varsa çok kolay kanar.
Bazı virütik hastalıklar ve bazı vitaminler, özellikle “B 12” eksikliğinde trombositopeni görülebilir.

3- İTP ( İDİOPATİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA ) : Sebebi bilinmeyen kanama. Daha çok gençlerde görülür. Yaygın cilt üstü kanama olur. Tedavi: Kortizon.

HEPARİN:
Kalp damar hastalıklarında, beyne pıhtı atan hastalıklarda ve enfarktüste yaygın olarak kullanılır. Yarılanma ömrü 60 dk’dır. Kg’a 10-20 ünite verilir. Antidotu: Protamin sülfat. Acil durumlarda 1 ml 1000 ünite Heparine eşit. Heparinin etkisi aPTT ile ölçülür. Genellikle 40 sn’yi geçmez.

COUMADİN:
Ağızdan alınan antikoagulan ilaçtır. Bu ilacı kullanan hastaların % 10-20’si hayatlarını bir döneminde kanama geçirir. Çünkü bu ilaç Vitamin K antagonistidir. Acil durumlarda Vitamin K yapılır ve taze plazma verilir. Vitamin K, faktör 2-7-9 ve 10 üzerinde etkilidir. Coumadinin yarı ömrü 36 saattir. Bu yüzden tehlikeli. Hastaya Vitamin K verilse bile 36 saat beklemek gerekiyor. Bunun için taze donmuş plazma verilir, hasta anında düzelir. Fakat plazmanın ömrü 6-7 saat olduğu için her 6 saatte bir plazma vermek gereklidir.
NOT: Aspirin ile coumadini birlikte kullanmak tehlikelidir.

DEXTRAN:
Beyin içi pıhtılaşma ve kalp hastalıklarında verilir. Serumdan düşük moleküler ağırlıklı bir şekerdir. Sıvı kayıplarında da kullanılır.

HEMOLİTİK ANEMİ: Eritrositler damar içinde yıkılırsa buna intravasküler hemoliz denir. Dalakta ise extravasküler hemoliz adını alır. İntravasküler hemoliz daha tehlikelidir, aniden gelişir.

SOĞUK REAKTİF HEMOLİTİK ANEMİ: Daha çok yaşlılarda görülür. Soğuk havalarda ortaya çıkar. Direk “Coombs Testi” ile tanı konur. Hastanın ayakları morarmıştır.
SICAK HEMOLİTİK ANEMİ: Lösemi, kan hastalıkları, guatr görülebilir. Daha hafiftir.

PNA: PAROKSİSMAL NOKTÜRNAL HEMOGLOBİNÜRİ: Ara-sıra geceleyin gelen idrarda hemo- globin. Acile çok gelir. Temel hücrede bir bozukluk vardır. İdrar rengi kahverengidir. Şiddetli karın ağrısı vardır. Apandisiti taklit eder. Karın ağrısının zaman zaman olması ve bu ağrılarla birlikte idrara çıkma, bu hastalığı düşündürür.

YENİ DOĞAN HEMOLİTİK ANEMİ: Anne Rh (-), çocuk Rh (+) ise, ilk çocuktan sonra antikor gelişir. İkinci ve daha sonraki çocuklar sarılıklı doğar.

HEMOGLABİNOPATİ: Doğuştan hemolitik anemi. Orak hücreli anemide eritrositler odaklaşır ve damarı tıkar. Şiddetli ağrısı vardır. Asidozu varsa bikarbonat ve analjezik verilir. Narkotik analjeziğe kadar gidilebilir.
AKDENİZ ANEMİSİ: Çok büyük dalaklı bebeklerdir. Gelişme bozukluğu vardır.

KAN TRANSFÜZYON REAKSİYONLARI
A-B-O faktörleri yanlış verilirse hasta ölür.
Rh yanlış verilirse hasta ölmez, ancak böbrek yetmezliği ortaya çıkar, tansiyonu düşer ve şoka girer.
NÖTROPENİ: 1500-2000’in altında ise Nötropenidir.
1000’in altında ise enfeksiyon riski vardır.
500’ün altında ise risk çok büyüktür. Antibiyotik verilmezse hasta hemen ölür.
NOT: Hasta kanser tedavisi görüyor, bir hafta önce kemoterapik ilaç tedavisi alıyor ve yüksek ateşle acile geliyorsa Nötropeni vardır.
LÖSEMİ: Beyaz hücrenin fazlalığı söz konusudur. 100.00-200.000’nin üzerindedir.
Lösemi 2 tiptir.
1- ALL : Lenfosit Lösemiler: Daha çok çocuklarda görülür.
2- AML: Myolid Lösemiler: Lösemi hücrelerine blast denir. Eritrositlerden büyüktür,
damarı tıkar ve akımı yavaşlatır. Damar içi pıhtılaşma görülebilir.

Kan Hakkında Bilinmeyenler:

İnsan kalbi günde 100 bin defadan fazla atar. Kalp, işlevi kan pompalamak olan bir organdır.

Kan görmek bir çoğumuzu tedirgin eder. Kırmızı bir sıvıdan başka bir şey olmayan görünümü, inanılmaz yapısıyla bir tezat haldedir. Vücudun tüm dokularının yaşamlarını sürdürebilmek için ihtiyaç duydukları bütün maddeler kanda vardır. Hastalıklara karşı en büyük silah olan kan, kendi kaybını önleyici önlemler de almıştır.

Bir damla kana bakmak bize fazla bir şey ifade etmez. Onun önemini anlamak için vücudumuza göz atmalıyız. Kan, dolaşımını bir damar sistemi ile yapar. Kanı kalpten arterler alır, sonra arteryoler denilen giderek küçülen damarların sonunda mikroskopla görülebilen ufak kılcal damarlara verir. Bu kılcal damarlar bir araya gelerek toplar damarcıkları, onlarda damarları oluştururlar. Damarlar, kanı yeniden kalbe taşır.

Vücuttaki kılcal damarları uç uca bağlamak mümkün olsa uzunlukları dünyanın etrafını tam iki kere dolaşırdı. Vücudun bütün hücrelerinin yanında bir kılcal damar bulunur. Çünkü kandaki yaşatma gücü ancak bu kılcal damarlarla hücreye girebilir.

Kanın damar içindeki akışını ancak mikroskop yardımı ile görebiliriz. Bu sırada kanın sadece kırmızı bir sıvı olmadığını, akan bir doku olduğunu gözlemleriz.

Plazma adını verdiğimiz bu sıvıda alyuvar, akyuvar ve trombositler vardır. Bir damla kanda bu elemanlardan inanılmayacak kadar fazla vardır. 100 bin adet akyuvar, 6 milyon trombosit, 100 milyon alyuvarın bir damla kanda bulunması şaşırtıcıdır.

Bir deney tüpündeki ayrıştırılmış kanda onu oluşturan elemanları görebiliriz. Üstteki tabaka plazma sıvısı, alttaki tabaka alyuvarlardır. Daha yakından ve dikkatli bakınca aralarında ince bir tabaka görürüz. Bunlar, akyuvar ve trombozomların bir arada görünümüdür. Kanın yarısından biraz fazlası plazmadır. Plazmanın 9/10 u sudur. Geri kalanı ise onu dinamik, kompleks ve hayati önem taşıyan bir hale getiren bir sıvıdır. Plazma kimyası, tuzun deniz suyu içerisindeki erimiş halindeki gibi erimiş haldedir. Aslında bu tuz, plazmanın çok önemli bir parçasıdır. Vücudun yeterli miktarda su tutmasını sağlar. Plazmadaki protein, vücudun çok hassas olan su dengesini sağlar. Vücudu hastalıklardan korur ve kanın pıhtılaşmasını temin eder.

Plazmada hormonlar da vardır. Vücuttaki bazı bezler kana hormon salgılar ve besinlerin yakılmasını sağlar. Yediğimiz yemekler, sindirildikten sonra plazmadaki dokulara geçer. Hücreler bu besinleri, yenilenmek ve yeni hücreler oluşturmak için kullanırlar. Dişler, deri, kas kemik kısacası vücudumuzun bütün parçaları plazmadan geçerek oluşur. Plazmada ayrıca hücrelerin atıkları da vardır. Atıklar dokulardan kılcal damarlara geçer. Bu yararsız hatta zararlı atıklar sonraları vücuttan başka organlar tarafından atılırlar.Böbrekler vücuttaki atıkları dışarı atan ve vücudun tuz-su dengesini sağlayan organlardır. Karaciğerse zararlı maddeleri parçalayıp, enerji kaynağı olan besinleri vücuda vererek plazmanın istenilen yetenekte olmasını sağlar. Oksijenin plazma içinde erimesi akciğerler sayesinde olur. Ancak plazma vücudun ihtiyacı olan oksijeni tutamaz. Burada alyuvarlar devreye girer.

Alyuvarların temel görevi oksijen taşımaktır. İçlerinde hemoglobin denilen kimyasal bir bileşen vardır. Kana kırmızı rengini veren ve gereğinde onu salabilen hemoglobindir. Kandaki bütün elemanlarda olduğu gibi alyuvarlarda da hayat kemiklerin ilik kısmında başlar. Alyuvarlar, bir çok değişim geçiren hücrenin son halidir.. Bu hücre gelişimi sırasında bazı parçalarını kaybederler ve hemoglobin üretirler. En sonunda çekirdeğini atıp son şeklini alır ve kana karışırlar.

İlik, inanılmaz derecede alyuvar üreten bir mekanizmaya sahiptir. 15 dakikalık süre içerisinde vücudumuzda tam 4 milyar alyuvar üretilir. Alyuvarların ömrü yaklaşık 4 ay kadardır. Etraflarındaki milyonlarca hücrenin baskısı altındadırlar. Sonunda yaşlanıp parçalanırlar veya başka bir hücre tarafından yutulurlar.Alyuvarları yutan bu hücre bir akyuvardır.

Akyuvarlar, vücutta gezinen canavarlara benzetilebilir. Ama aslında vücudun yabancı unsurlar tarafından istila edilmesini önleyen bekçilerdir. Büyük çoğunluğu iliklerde oluşur. Alyuvarlardan daha iri ve alyuvarlarda bulunmayan çekirdek ve hücre özelliklerine sahiptirler. Genellikle bir çoğu kan damarının içinde değil onun etrafındadır.

Vücudumuz devamlı şekilde yabancı unsurların saldırısına uğrarlar. Fakat kan bu unsurla mücadele etmek için başka bir silaha daha sahiptir. Bu, vücudun bağışıklık sistemidir. Bağışıklık sistemini devreye sokan herhangi bir maddeye antijen deriz. Antijenin vücuda ilk saldırdığı anda hastalanırız. Bu antijen zamanla akyuvarlar tarafından yok edilir. Ama bu sırada vücut hastalığa neden olan bakteriye karşı önlemler alır ve bu mikrobun sebep olduğu hastalığa karşı bağışıklık kazanır.

Tehlikeli bir bakterinin vücuda girdiğini farz edelim. Bu bir hastalığa neden olacaktır. Ne var ki lenfosit adını verdiğimiz bu akyuvar durumu fark ederek bakteriyi tanır. Lenfosit, mikroplarla karşılaşınca bölünür. Yeni lenfosit, antikor adı verilen yeni proteinler üretir. Antikorların bir kısmı lenfositlerin bir parçası haline gelir. Diğerleri plazmanın içine girerek dolaşım sistemin, oluştururlar. Antikorlar sadece belirli tip mikroplara hücum ederler. Onları yok ederler yada hareketsiz hale getirirler. Bu durum vücudun bağışıklık kazanmasını sağlar.

Ölü yada canlı, vücuda mikropları vererek bağışıklık kazandıran aşı sistemi aynı mekanizmayı kullanır ve hastalığa tutulmadan vücudun bağışıklık kazanmasını sağlar. Aşılama her yıl sayısız insanın hayatını kurtarmaktadır. Kısacası akyuvarların iki görevi vardır. Birincisi vücuda giren yabancı unsurları tanımak ikincisi ise onları yok etmektir.

Kandaki üçüncü ve en büyük eleman trombositlerdir. Trombositler kan kaybını önler. Akyuvar ve alyuvarların büyük kısmında olduğu gibi trombositler de kemik iliklerinde oluşur. Plazmada proteinlerle çalışan trombositler, damarlardan geçen kan sızıntısını önler.

Deneme tüplerinde kan üzerinde inceleme yaparken kanın pıhtılaşmasını önlemek için ona bazı kimyasal maddeler katılır. Aksi taktirde tüpteki kan katı bir hal alır. Canlıların bir yerlerini kanatmamak için dikkat ettikleri mutlaktır. Yine de zaman zaman buna engel olamazlar. Kan. dokunun yırtıldığı yerden akmaya başlar, yaralanan doku bazı kimyasal maddeler salgılar. Damarlar şişerek kanama olan yeri büzmeye başlarlar ve oldukça karışık olan pıhtılaşma süreci başlar.

Normal hallerde trombositler kanda serbest halde dolaşırlar. Kan kaybı başladığı anda kanamanın olduğu yere doluşurlar ve kısa zamanda orayı tıkarlar. Bu sırada yaralanan dokunun salgıladığı kimyasal maddeler de bazı kimyasal değişimlere uğrayarak yara üzerinde sert bir kabul oluşturur. Bu arada bakteri ve atıklar yaranın etrafında doluşur. Bunlara karşı müdahaleyi akyuvarlar yapar. Damarın deri yırtılmadan, bir darbe sonucunda ezilmesi halinde deride çürük adını verdiğimiz morluklar oluşur.

Çok ağır yaralanmalarda ve yanıklarda kan ve su kaybı o kadar çok olabilir ki kişi daha ilk müdahale yapılmadan hayatını kaybedebilir. Ama zamanında yapılan müdahaleler ve kan verme sonucu bir çok hayat kurtarılmaktadır. Kana ihtiyacı olan kişinin bir üçüncü şahıstan kan verilmesi çalışmaları 17. yy ortalarında hayvanlarda insanlara kan vererek başlamıştır. Bu çabaların çok feci sonuçlar doğurduğu da muhakkaktır. İnsandan insana kan verilmesinin ancak bazı durumlarda mümkün olunduğu fark edilince 20. yy başlarında insanların farklı kan gruplarına sahip olduğu tespit edilmiştir.

Kan verilmesinin başarılı olması için kanı veren kişiyle kana ihtiyacı olan kişinin kanlarının uyuşması gerekir. Bu nedenle kan veren kişi ile hastanın kan grubunun önceden tespiti şarttır. Ayrı kan gruplarının birbirlerine kan vermesi durumunda kanda çökelme meydana gelir ve kişi ölür.

4 ana kan grubu vardır. Bunlar: A, B, AB ve 0 kan gruplarıdır. Bunlar kendi aralarında pozitif veya negatif olarak alt gruplara ayrılırlar. Hastaya ihtiyacı kadar kan verilmesi gerekir. Kan yapay olarak üretilinceye kadar kana ihtiyacı olan kişiler hayatlarını kendilerine kan veren kişilere borçlu olacaklardır. Kan vermek kolay ve sağlıklıdır. Vücut verilen kanı süratle karşılar ve bir insanın hayatını kurtarır.

Kan, dolaşım sisteminde aralıksız biçimde akar. İçindeki plazma vücudun ihtiyacı olan organ ve besinleri sağlar. Plazma vücudu hastalıklara karşı korurken öte yandan kan kaybını önler. Alyuvarlar, vücuda gerekli oksijeni sağlar. Akyuvarlar vücuda giren tehlikeli unsurları yok eder. Trombositler kan damarlarını korur ve kanın pıhtılaşmasını sağlar.
Top